Kadınlarımız…



Sana anne deseler,
Sana abla deseler,
Sana sevgilim deseler,
Biri yol yorgunluğuna
Diğeri yıl yorgunluğuna
Kalanı gül yorgunluğuna düşer….
Ana yönler sana
Ana renkler sana,
Senin mavilerinle kaç okyanus boyanır…
Gökkuşaklanır insan seninle,
Evvel zaman içindeki
Çobanyıldızı hayatımızın…..
Sen hiç solmayan mevsim-sen menekşe
Rüyadaşımızsın……………



Baharı müjdeleyen nevruz ile birlikte gönüllerinize geldim.Uğradığımız yerlerin hiç birinde uzun kalmaya niyetimiz yoktu.Kimi şehirde birkaç ay,kimi şehirde birkaç seneye yakın konakladığımız olmuştu.Ama,ne yaparsınız ki,insan yazgısının,’’kısmet’’dedikleri o gücün çizmiş olduğu yol farklıydı.

Değerli okurlarım,

Hani bilirsiniz büyükler evlenip bir yuva kurmanın zamanının geldiğini söylerler.Torun sevmek isterler.Razı olursunuz..Gelin adayının gül yanağına bakıp bakıp hayran kalırsınız,HAYATINIZI ADAYACAĞINIZ bir kadındır o.Gözlerinde binlerce kadının bakışını toplamış bir ışık taşır.Bir cemre düşer teninize yanarsınız.Her şey sadece yanmakla olur..Ve sadece sevdasını bekler,bekler,beklersiniz…

Modernizm, kadın erkek eşitliği masalıyla bizi, yani kadınlarla erkekleri aynı arenaya dâhil edip-dövüştürmeye başladı. Sabahları sakal traşı olup saçlarını taramakla yetinip evden çıkabilen biz erkeklerle, aynanın karşısında “kırılgan” güzelliklerini her sabah yeniden inşa etme gereği duyan kadınları “eşit yapıverdi! Hâlbuki biz eşit olmadık, ruhlarımızın aradığı şey, eşitlik değil, adaletti!

Kadınlar neden güzel olmak isterler?

Bize kadınların kendileri için güzel olmayı istediklerini masalını armağan ettiler! Evet bir kadın yalnızken de güzel olmayı ister! Ama size bir sır vereyim, bunun arkasında kendisini ve çocuklarını emanet edeceği, doğru kişiye karşı her an hazırlıklı olma isteği vardır. Yani aslında amacı, aradığı kişiye rastladığında, onun beğenisini kazanabilmektir! Çünkü hayatta en acı şeylerden birisi, aradığınız kişiyi bulduğunuz zaman, onun sizi beğenmediğini veya sizden başka birisini arıyor olduğunu görmektir!

Kadın erkek eşitti, yani erkekler nasıl karşı cinsle geçici ilişkiler kurabiliyorlarsa kadınlar da kurabilirlerdi. Erkeklerin de geçici ilişkiler kurmaması gerekiyordu, ama doğal ayarları buna uygundu. Semavî ve arzî düzenlemeler (yasalar,tüzükler,düzenlemeler vs) , bu ayarların yeterli olmadığını, değiştirilmesi ve erkeğin adanmayı öğrenmesi gerektiğini söylüyordu. Kadınların anneliği, bebek doğduğu anda doğal olarak öğreniyor olmaları, ama erkeğin babalığı öğrenmek zorunda oluşu gibi. Fakat “biçimlenmemiş” doğal ayarlarla yaşamak birçok erkeğe daha kolay geldi.

Erkekler yapar da ben yapamaz mıyım?

Bu sefer kadın: “Erkekler yapar da ben yapamaz mıyım?” dedi. Fakat kadının unuttuğu bir şey vardı: Bir buseyle veya bir dokunuşla bile canlanan o derin aidiyet duygusu! Hani erkeğin öğrenmek zorunda olduğu, ama kadının muhatabını biraz bile seviyorsa, içinde ve ona karşı doğmasını engelleyemediği o duygu.


Bu sefer ne oldu? Erkeğin formatlanmamış doğal ayarlarında olan şeyler, kadının doğal ayarlarının formatlanmamış hâline de uygun değildi! Aidiyeti öğrenmemiş erkekleri fazlaca hırpalamayan ayrılıklar, kadını hırpalamaya başladı. Yani erkek bir kadını onunla önemli şeyler yaşadıktan sonra bile bırakıp-giderken kadın neden yapamasındı? Eşit değiller miydi? Fakat kadın bunun böyle olmadığını, aidiyet duygusunu aşamayacağını anladı ve rol yapmaya başladı. Aidiyet duygusunun güçlü oluşunu zaaf olarak gördü. Bırakılıp veya bırakıp-gitmeyi önemsiz bir şey olarak görmek istedi. Ama bu olmadı. Aidiyet duygusu hırpalanıp karşılıksız kalınca, siz de bir şeylerle avunmak zorundasınızdır. Bu da genellikle karşı cinsi hor görmeye başlamak veya yeni ilişkilere kapılmak şeklinde olur. Bağlanmak ve aidiyet duygusu taşımak ayıp değildi bir üstünlüktü. Ama hak ettiği karşılığı bulamadığı için anlamsız bir değer hâline geldi!

Aidiyet duygusu hem nimet, hem sınavdır!

Kadının aidiyet duygusunun ne kadar kuvvetli olduğunu anlamayan ve kendi aidiyet duygularını geliştirmeyen erkekler, kadını hayal kırıklığına uğrattılar. Kendi eşinin ve kızlarının aidiyet duygularını güçlendirmeye çalışırken, ofisinde çalışan bir bayanın, komşu kızının veya bir başka kadının boşluklarını kollamayı da ihmal etmediler.

Bu arada medeniyet kadına marka olmayı öğretmedi. İlgi çekmenin kısa yollarını öğretti. Erkeğin görsel bir canlı olduğunu, kadının bedenine göz takılırsa, onun zihnine bakma konusunda zorluk yaşayacağını söylemedi. Bedenin gizil bir hazine olarak kalması, sonradan gelen bir ödül olması gerektiğini ve avans olarak verilemeyeceğini anlatmadı. Kadın, bedeninin çekici yanlarına bakan bir erkeğin kendisine aşık ve ait olabileceğine inanma yanlışına düştü. Erkeğin, kendisini bir bütün olarak algılamada zorluk çektiğini göremedi.

Acıtan oyun!

Derken kadın bu oyunu sürdürdü. Güçlü görünmeye çalıştı. Ama her ilişkide canı daha çok acıdı. Deliler gibi sevdiği ve ait olmak istediği bir erkeğe “Beni başka türlü sevmek zorunda değilsin, arkadaş kalabiliriz” demeyi öğrendi. Ama bunlar modernizmin onlara öğrettiği “güzel” sözlerdi. Gerçek değişmedi. Kadın kendisine uygun olan bir erkeğe ait olmak istedi. Bunu aradı, ama belli etmedi. Bazen, güçlü görünmek için çok güzel bir aşkı ardında bıraktığı bile oldu!
Ama erkekler için şaka gibi olabilen şeyler, kadınlar için hiçbir zaman şaka olmadı!
Dokunulmak veya bir an için bile içtenlikle önemsenmek, kadın için her zaman ciddi bir şey oldu. Ama erkekle eşit görünebilmek için, bunu belli etmedi.

İşin kötüsü her seferinde acı çekmemek için, kadın kendisindeki aidiyet duygusunu öldürünce de, bu bir dönüşüm oldu. Yüreğinde kocaman bir boşluk kaldı. Erkek gibi kadınlar oldular, ama erkek olmadılar. Çünkü bu mümkün değildi.

Arkada kalan enkazdır

Bu sebeple erkek mesafeli durmayıp ileriyi düşünmeden yakından ilgilendiği bir kadını ardında bıraktığı zaman, arkasında bir enkaz hâline gelmiş veya bir enkaz olma yoluna girmiş bir insan bıraktığının farkına varmalıdır. O kadın, insaflıysa ve onun peşine düşüp hayatını karartmadıysa bile, kendisinin bir şekilde cezalandırılacağını düşünmelidir.

Yok eğer ardında bir enkaz bıraktığının farkında olduğu hâlde, buna aldırmıyorsa, kendisinin de bir enkaza dönüştüğünü görmelidir. Arkasında enkaz bırakabilen ve acı duymayan birisinde, hayatın güzel yanlarını duyumsamasını sağlayacak olan diğer latifelerin de yok olacağını bilmelidir. Eliniz nasır tutarsa, sert şeyleri tutarken acımaz, ama ipeğin yumuşaklığını da duyumsayamazsınız.
Ardında enkaz bırakmaya alışan da enkaza dönüşür!

Arkanızda enkaz bıraktıysanız ve pişman olamıyorsanız, sevdiklerinize de eskisi gibi sarılamazsınız. Kalbinizin hâlâ nasır tutmamış yerleri varsa, onların da bir gün birer enkaz gibi arkada bırakılmalarından korkarsınız. Çünkü siz bunu yaptınız bunu bizzat gerçekleştirdiniz!

Tilkiler: “Nasılsa cehennem uzak” diyorlar! Bu dünyada cehennemin numuneleri yok sanıyorlar!
Benden size söylemesi: Kadınlar, fena severler, fena bağlanırlar ve sizi incitme güçleri fena hâlde büyüktür. Sizi hak ettiğiniz ve yapabilecekleri hâlde sizi incitmedilerse, sizi biraz olsun sevmiş oldukları içindir. Sizden artık nefret ettikleri hâlde sizi incitmedilerse, sevdiklerinize ve özellikle ailenizdeki bayanları üzmemek içindir!

Canına yanayım, üzerinde fiyat etiketi olmayan şeyler illa bedava değildirler!

Aman diyeyim, kadınlarla şaka olmaz, bunu unutmayın!

Onlar bize hep şunu söyler:’’Bırak yağayım damla damla umutlarına,hayatına ama hor kullanma..’’
Bir gece yarısı sana çıkıyor yine yolum benim. Kader mi? Bilmem! Her başlangıç kadar taze ve umut doluyuz. Ne zaman bitersek, o zaman kaybederiz. Her yeninin sevinçli heyecanına sahibiz. Bir yanımız bahar bahçe, sakladığımız yanımız kara kış. Kış da gelecek bize elbet, mevsim dediğin yazdan mı ibaret?

Yürek atışlarımız hızlı şimdi, zamanla yavaşlayacak. Belki bir gün bizden de geriye, küller, toprak ve toz kalacak.Aşkın ilk merdiveni burası, daha bir şey görmedik. Çok hızlı koşmazsak, belki sonuna kadar gideriz. Nefes nefese kalmadan, tadına vararak yürüyelim. Emek vermek diye iki kelime herkesin dilinde; dilde dönenle bu hayat yürüse! Emekten fazlası lazım aşka; yaptıklarını emekten sayıyorsan, eğer gidersen şayet giderken başıma atarsın, zaten yapma! Ben yürekli kadınlardanım, vakti gelirse gitmesini de bilirim. Ancak derdim başka şimdi, yaşanacak bir sevdanın, büyük bir hikâyenin peşindeyim.
Dudaklarım mühürlü ama ellerimin kemiği yok; yazarak anlatıyorum aşkı, bir de söyleyerek ama o civarda sesimi duyan yok.Sessizlikte gizli aslında yasadığım kalp yarası..Yalnızlığım yerine sana sığınabilirim akşam saatleri,kabul edersen,iyice tanı diye beni.Aşk benim göbek adım, başka bir şey arama. Aldığımdan fazlasını veririm, yeter ki dokunma yürek yarama.Aldığımdan fazlasını veririm, sakın onu hor kullanma! Aldığımdan fazlasını veririm ama sakın onu başka hiçbir şeyle kıyaslama ve aynı kefeye koyma!..
Aşk benim göbek adım, başka bir şey arama... Bırak yağayım damla damla umutlarına,hayatına ama onu hor kullanma...Bırak aksın gözyaşım yanında,acizliğimi saklamak için değil yüreğin acımasın diye saklayayım gözyaşlarımı... Dedim ya aşk benim adım aslında ona iyi baktığında ömürlük bir falanca ama ne olur hor kullanma...
İnşallah bu yıl kadına şiddetin, tacizin, hor kullanımın az olduğu bir sene olur.
Tüm dünyada kadınların şiddetten, tacizden, her tür olumsuz kullanımdan kurtulmasını temenni ederim.
Bu temennimin gerçekleşmesini gerçekten bir erkek olarak tüm kalbimle diliyorum.
Bu dileğin gerçekleşmesi, aslında tamamen kadınlara bağlı.
Anneler çocuklarını yetiştirirken daha düzgün ve kadınlara saygı duymayı özümseterek büyütürse, sevgililer erkeklerin dünyasını karartmazsa, eşler kocalarına daha mantıklı yaklaşırsa emim olun ki bu yaşadıklarımızın bir çoğunu yaşamayız.
Suçlu kadınlar mı, tabi ki hayır sadece her erkek ilk eğitimi anneden alır. Eğer bu temel doğru atılırsa gerisi gelir diye düşünüyorum.
Saygılarımla…