Hanzale b. Kays el-Ensârî, Peygamber Efendimiz döneminde doğmuş ancak yaşı küçük olduğu için onunla sohbet etme imkânı bulamamıştı. Peygamber Efendimizle birlikte Uhud Gazvesi'ne katılan ve kira konusunda birçok hadis rivayet eden Râfi' b. Hadîc'e altın ve gümüş para karşılığında arazi kiralama konusunda danışmış, Râfi' ona şunları anlatmıştı:
“Bunda bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak Allah Resûlü zamanında insanlar, su boyları ve kanal başlarında bulunan verimli yerlerin ürünleri kendilerine kalmak üzere arazilerini kiraya verirlerdi. Bazen bu bölgelerin ürünü telef olur diğer kısımlar sağlam kalırdı. Bazen de diğer kısımlar telef olur, verimli yerlerin ürünü sağlam kalırdı. İnsanlar arasında yaygın olan kiralama şekli bu idi. Ancak (bir tarafı mağdur eden) bu kiralama yöntemi yasaklandı. Fakat belirli ve elde edilebilir bir şey üzerinde yapılan kiralamada sakınca yoktur.”
İnsanlar tarih boyunca, mal ve hizmet ihtiyaçlarını bir şekilde karşılamaya çalışmışlardır. Bazen bunu sahip oldukları özel yetenek ve imkânlarla giderirken çoğu kez herhangi bir yöntemle diğer insanlardan istifade etme cihetine gitmişlerdir. Bu yöntemlerden biri de, “belirli bir mal veya hizmetten bir bedel karşılığında istifade etmek” anlamına gelen icâre (kira ve emek/iş) akdi olmuştur. Bu, menkul ve gayrimenkul mal kiracılığı şeklinde uygulandığı gibi, ücretle iş görme veya işçi istihdamı şeklinde de uygulanmıştır. Buna göre bahse konu olan icâre kavramıyla, malın veya emeğin/işin belirli bir süre, ücret karşılığında sahiplenilmesi kastedilmiştir.
Ahd-i Atîk'te, işçi çalıştırmak ve onun kazancını zamanında ödemek hakkında çeşitli bilgiler bulunduğu gibi, Kur'ân-ı Kerîm'de de emek/iş akdi şeklindeki icâre ile ilgili âyetler vardır. Hz. Musa'nın, Hz. Şuayb'ın yanında sekiz yıl ücretle çalışmasından ve boşanma sonrasında çocuğunu emziren anneye, babanın ücret ödemesinden söz eden âyetler bu konu ile ilgilidir.
İslâm'dan önceki Arap toplumunda da insanların, gerek menkul, gerekse gayrimenkul eşya ve hayvan kiraladıklarına dair bilgileri, hadis metinlerinde bulmak mümkündür. Peygamber Efendimizin kendisine düzenlenecek olan suikast girişiminden haberdar olduktan sonra sadık dostu Ebû Bekir'in evine gidip hicret hazırlıklarına başlaması ve kendilerine kılavuzluk yapmak üzere o dönemde henüz Müslüman olmayan Abdullah b. Uraykıt ile belirli bir ücret karşılığında anlaşmaları, sahâbenin kiralama işlemlerini sürdürürken Peygamber Efendimizin sadece bazı yönlerine müdahale etmesi bu uygulamanın önceden beri var olduğunu göstermektedir.
Allah Resûlü, diğer birçok alışveriş türünde olduğu gibi kiralama akdini de meşru görmekteydi. Bir vesileyle arazilerin ekiminden söz eden Nebî (sav), “Üç kişi arazi eker: Kendisine ait bir arazisi olup onu eken kişi, kendisine karşılıksız olarak bir arazi verilip bu arazide ekim yapan kişi ve altın ya da gümüş (para) karşılığında bir arazi kiralayan kişi.” buyurmuştu.
Develerini kiraya vererek rızkını temin ettiğini anlatan Medineli Hamza b. Amr el-Eslemî'nin bu yaptığına ses çıkarmamıştı. İmam Mâlik'in, yük devesi ile meskenlerin kiralanması ve zanaatkârlara emekleri karşılığında verilen ücretler hususunda ayrıntılı bilgiler vermesi de bu konuda sahâbe arasında yaygın bir uygulamanın olduğuna işaret etmektedir.
Allah Resûlü kiralama işlerini o günkü mevcut uygulamaya bırakmıyor, ayrıca birtakım düzenlemeler getirerek müdahalede bulunuyordu. Bir keresinde kira anlaşması yapanların ürün ve arazi hususunda ihtilâfa düşerek kendisine başvurmaları üzerine, “Öyleyse altın ve gümüşle kiralayın.” buyurarak bu işin tartışmalara zemin teşkil etmeyecek belirli bir ücret karşılığında yapılmasının uygun olacağını bildirmişti. Böylece kiralamada en önemli nokta olan belirsizlik sorunu çözülerek insanların daha nitelikli anlaşmalar yapmaları sağlanmıştı. Bu aynı zamanda insanların kiraladıkları mal ve emek/iş akitlerinde süre ve nitelik konusunda da ilkelerin açık bir şekilde ifade edilmesi gerektiğine işaret ediyordu.
Peygamber Efendimizin amcaoğlu İbn Abbâs, “Biz Resûlullah'ın arazisini kiraya verir ve orada insan pisliğinin gübre olarak kullanılmamasını şart koşardık.” demişti. Dolayısıyla kiralamalar esnasında birtakım meşru şartlar koşuluyor ve tarafların bu şartlara riayet ederek kira anlaşmasının gereklerini yerine getirmeleri bekleniyordu. İnsanların kendi aralarında gerçekleştirdikleri icâre akitlerinin şartlarına uymaları, oldukça önemli bir husustu. Bunun için de taraflar, Peygamber Efendimizin,
“Müslümanlar, helâli haram kılan ya da haramı helâl sayan bir şart olmadığı sürece, şartlarına bağlıdırlar.” tavsiyesine uyarak anlaşmaya bağlı kalacak ve güveni sarsmayacaklardı. Zira Peygamber Efendimizin bu sözü, tarafların anlaşmaya bağlı kalmaları ve güveni sarsmamaları gerektiğini bildiriyordu.
Bu anlamda İmam Mâlik'in, belirli bir yere kadar gitmek üzere kiralanan hayvanın daha öteye götürülmesi hâlinde bunun da ücretinin ayrıca verilmesi gerektiğini vurgulaması, kiralanan malın belirlenen şartlara bağlı kalınarak kullanılması gerektiği ilkesinden çıkarılan güzel bir sonuçtur.
Anlaşıldığı üzere Allah Resûlü icâre konusundaki uygulamaları köklü bir şekilde değiştirmemişti. O (sav) yalnızca aldatma, yanıltma gibi tehlikelere karşı bu alandaki istismara açık yönlere müdahale ederek ahlâkî ve dinî bir çerçeve oluşturuyordu. Onun ticarî faaliyetlerde tavsiye ettiği belirlilik, hakkaniyet, dürüst davranma gibi ilkeler bu konuda da geçerli idi.
İcâre akdinin uygulanması konusunda sahâbe arasında farklılıklar olabilmiştir. Örneğin, bazı rivayetlerde Abdullah b. Ömer'in ömrünün son dönemlerinde arazilerini kiraya vermekten vazgeçtiği bilgisi yer almaktadır. Anlatıldığına göre, Abdullah b. Ömer, Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman dönemlerinde ve Muâviye'nin emîrliğinin ilk zamanlarında arazilerini kiraya verirdi. Ancak o, Muâviye'nin halifeliğinin son zamanlarında Râfi' b. Hadîc'in arazileri kiralamayı yasakladığını duymuştu. Onun yanına giderek, “Ey İbn Hadîc! Arazilerin kiraya verilmesi hususunda Resûlullah'tan ne rivayet ediyorsun?” demişti. Râfi' b. Hadîc, “(Bedir Savaşı'na katılan) iki amcamı, bu mahalle halkına Resûlullah'ın arazileri kiraya vermeyi yasakladığını anlatırlarken duydum.” cevabını vermişti. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer, “Allah'a yemin ederim ki ben Hz. Peygamber döneminde arazilerin kiraya verildiğini biliyorum.” demiş ancak sonradan Resûlullah'ın bu hususta kendisinin bilmediği yeni bir hüküm ortaya koymuş olması ihtimalini göz önünde bulundurarak arazilerini kiraya vermekten vazgeçmişti.
Arazi kiralama konusunda yine Râfi' b. Hadîc'den gelen diğer bir rivayet şu şekildedir: “Biz Medine ahalisi içinde en çok tarlası olanlardandık. Her birimiz arazilerimizi, 'Şu parça bana, şu parça da sana ait olsun.' diyerek kiraya verirdik. Bazen arazinin bir tarafı mahsul verir, diğer tarafından mahsul çıkmazdı. Bunun üzerine Hz. Peygamber insanlara bu şekilde akit yapmayı yasakladı.”
Râfi' b. Hadîc'in Abdullah b. Ömer ile diyaloğunda sarf ettiği sözler ile bu rivayet beraber düşünüldüğünde konu daha iyi anlaşılmaktadır. Birinci rivayette genel olarak arazilerin kiraya verilmesinin yasak olduğu belirtilirken ikinci rivayette yasaklamanın mahiyetine işaret edilmekte ve buradan kiralamanın bazı durumlarda yasak olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yine Râfi' b. Hadîc'in, Hz. Peygamber'in çeşitli anlaşmazlıklara ve bir tarafın zarar görmesine sebep olan uygulamaları yasakladığını, belirli ve elde edilebilir bir şey üzerinde yapılan kiralamaya izin verdiğini bildirmesi de yasaklanan durumu izah etmektedir. Buna göre Hz. Peygamber'in yasaklamasına neden olan şeylerin, kiralama akdindeki uygun olmayan şartlar, taraflardan birinin zarar görme ihtimali ve benzeri durumlar olduğu anlaşılmaktadır.
Abdullah b. Ömer'in çocuklarından Sâlim'in, tarlalarını kiraya vermeye devam etmesi şartlarına uygun kiralamanın yasak olmadığı kanaatini pekiştirmektedir.
İbn Abbâs, arazilerin kiralanması konusunda Hz. Peygamber'den (sav) şunu nakletmiştir:
“Birinizin toprağını din kardeşine karşılıksız olarak vermesi, onun karşılığında (kira olarak) şunu şunu (belirli bir ücreti) almasından daha hayırlıdır.”
Yine büyük sahâbîlerden Sa'd b. Ebû Vakkâs da Hz. Peygamber dönemindeki uygulama ve söz konusu yasaklama ile ilgili şöyle demektedir: “Biz arazileri, dere kenarında yetişen ve o dere ile sulanan (verimli) ekinler(in bize kalması) karşılığında kiraya verirdik. Resûlullah (sav) bunu bize yasakladı ve tarlayı altın veya gümüş (para) karşılığında kiraya vermemizi istedi.”
Sahâbenin fakihlerinden biri olan Zeyd b. Sâbit ise kiralamanın yasak olduğuna dair hadis rivayet eden Râfi' b. Hadîc ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Allah, Râfi' b. Hadîc'i bağışlasın! Vallahi, ben (arazi kiralama konusundaki) hadisi ondan daha iyi biliyorum. İki kişi kavga etmiş ve Hz. Peygamber'e (sav) gelmişlerdi. Resûlullah (sav), 'Eğer hâliniz buysa tarlaları kiraya vermeyin.' buyurdu. Râfi' b. Hadîc sadece, 'Kiraya vermeyin.' sözünü duydu.”
Büyük hadis imamı Nesâî de araziyi kiraya verme yasağının nedeni olarak taraflar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları göstermekte ve kiralama sırasında bir sözleşme yapılması gerektiğini kaydetmektedir. İmam Nesâî, böyle bir sözleşmede kiraya verenin ve kiracının kimler olduğu, tarlanın yeri ve sınırları, kiracının bedel olarak ne vereceği, kiralamanın başlangıç ve bitiş tarihi, tohumun kime ait olduğu, sulama, gübreleme ve benzeri masrafların kim tarafından karşılanacağı, tarlada ne tür bir tarım yapılacağı gibi bazı temel hususların yer alması gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır.
Konu ile ilgili olarak Mısırlı fakih Leys b. Sa'd, “Kiralama konusunda yasaklanan durumlar, haram ve helâl konusunda derin bilgi sahibi olan âlimlerin çeşitli tehlikelerinden dolayı uygun görmedikleri akitlerdir.” diyerek konuyu özetlemektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki altın ve gümüş paralarla yapılan kiralama anlaşmalarında da aldatma ve belirsizlik olduğu takdirde yapılan anlaşma haram olur. Belirlenmiş bir ücret ve tarafların rıza gösterdikleri şartlarla yapılan akitlerde ise yasaklama söz konusu olmaz.
Peygamber Efendimiz, çalıştırılacak kişilere ücretleri açık bir şekilde bildirilmeden onlarla iş anlaşması yapılmamasını ve hizmet sunan kişinin ücretinin geciktirilmeden verilmesini tavsiye etmiş, ziraat gibi konularda ortaklık kuranların birbirlerine karşı anlayışlı ve hoşgörülü davranmalarını istemiştir. Buna göre malını kiraya veren kişi, ücret, çalışma ortamı ve süresi gibi kendi üzerine düşen konularda gerekli kolaylığı sağlayacaktır. Çünkü o, ihtiyaç sahibi bir Müslüman'a kolaylık sağlayanın, dünya ve âhirette kolaylıkla karşılaşacağını bilmektedir. Kiralayan da kiraladığı mala emanet gözüyle bakacak ve onu muhafaza edecektir. Zira o da hıyanet etmeksizin emanetleri sahiplerine olduğu gibi teslim etmenin Allah'ın emri ve Müslüman olmanın bir gereği olduğunun farkındadır.
Günümüzde ev ve işyeri sahipleri ile kiracılar arasında çıkan birçok problem, iki tarafın da bu temel ilkeler konusunda gereken titizliği göstermemesinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda taraflar, hak ve sorumluluklarını yerine getirmeli, vicdanlarının sesine kulak vermelidir.