Bir önceki yazımızda Avrupa Aydınlanmasının kilit kavramının ‘ÖZGÜR AKIL’ olduğunu söylemiş, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi ile Batı’nın İslam Dünyasından kültürel ve ekonomik anlamda çok geride olmasına rağmen arayı kapatıp İslam Dünyasının önüne geçtiğini belirtmiştik. Yazımızı da şu soru ile bitirmiştik: Benzer şeyler İslam dünyasında neden olmadı?
İslam’ın altın çağı döneminde (8./12. Yüzyıl arası) 3900 İslam alimini inceleyen akademik bir makale bu alimlerin yalnızca %9’unun devlet memuru olarak maaş aldığını kalan %91’inin ise başta ticaret olmak üzere kendi imkanlarıyla geçindiklerini ortaya koymuştur. Yine Selçuklu döneminde kurulan Nizamiye medreseleri ile ulema, devlet memurluğunu daha çok kabullenir hale gelmiştir.(1) (Not: Nizamiye Medreseleri ve Gazali Konusu Ayrıca Değerlendirilecektir.)
Emevi ve Abbasi dönemlerinde yaşanan, daha sonra Selçuklu ve Osmanlı’ya intikal eden Devlet-Ulema ittifakları aradığımız cevapların önemli bir kısmını içinde barındırır.
Ashabu’r-Rey ve Ashabu’l Hadis nedir?
İslam düşünce tarihinde ilk dönemlerden itibaren Ehl-i Sünnet şemsiyesi altında Ashabu’r-Rey ve Ashabu’l- Hadis olmak üzere iki ana ekol vardır. Kufe ve Basra merkezli “Ashabu’r-Rey” ekolü ve Hicaz merkezli “Ashabu’l- Hadis” ekolü. Bu ana iki ekol günümüze kadar İslam coğrafyasında düşünce/yorum ve kültür kotlarını belirlemede birbirleriyle hep mücadele içinde olmuşlardır. Şimdi bu ekolleri çok detaylara girmeden tanımaya çalışalım.
Rey ekolü demek, akıl taraftarı olup, aklı merkeze alan düşünce ekolüdür. Yenilikcilik veya İslam modernizmi biçiminde tezahür eder. Dini metinleri anlamada onların lafzi anlamlarının ötesinde tevil, tefsir ve yorum metodlarını kullanmış ve güncel sorunlara kıyas ve içtihat yaparak çözüm yolları önermiştir. Rey ekolü daha çok ilmin ve ticari faaliyetlerin yoğun olduğu gelişmiş şehirlerde yaşayan ve çoğunlukla mevali kimliğine sahip fakih ve alimlerden oluşan grubu temsil eder. Mevali kavramı, Emevi ve Abbasi yönetimlerinde, sonradan Müslüman olan, fakat Arap olmayan Acem, Türk vs. kimliklere verilen isimdir. Ebu Hanife (ö.150/767) Rey, taraftarlığının öncüsü olarak kabul edilir. Maturidi (ö.333/944)/ Maturidilik bu ekolün en inemli temsilcisidir.
Ebu Hanife’nin hayatı melikler, sultanlar ve halifelerin yönetimleri altında geçmiştir. Kendisine gerek Emevi ve gerekse Abbasi halifeleri tarafından zalim yönetimlerini meşru göstermek ve halk tabanında itibar ve onay elde etmek için başkadılık/hazine bakanlığı görevleri teklif edilmiş, ama o meşru görmediği, halkına zulmeden keyfi yönetimlere, kendisi aracılığı ile kılıf aradıkları ve Arap ırkçılığı yaptıkları gerekçesiyle reddetmiştir.
Onu siyasal fıkhının en önemli dinamikleri adalet/rıza ve hayatı pahasına da olsa doğruyu ve hakikati dile getirmekten korkmayan tavizsiz tutumu olmuştur. Rey ekolüne mensubiyetinin gereği olarak adalete ve hakkaniyete dayanmayan yönetimleri batıl olarak kabul etmiştir.
Tarihi süreç içerisinde, Ebu Hanife’nin işkenceler altında hayatıyla ödediği iktidara karşı (Emevi ve Abbasi dönemleri), mesafeli duran eleştirel tavrı maalesef göz ardı edilmiş, onu siyasi fıkhı ve duruşu yok sayılmıştır. Sünni Müslümanların çoğunda ve Hanefi mezhebine müntesip olduğunu söyleyen İslam dünyasında ve bu arada Türkiye’de de, ne yazık ki, Ebu Hanife’nin “saray alimi ve dalkavuğu” olmayan, zalim yönetimlere karşı vicdanı, aklı, sorgulamayı ve özgür iradeyi ön plana alan “siyasi fıkhı” yerine, onun görüşleri diye, siyasi içeriyi olmayan fıkıh ve muamelata ilişkin hususları içeren “tabela bir Ebu Hanife” portresi hakim olmuştur.(2)
Ve ne yazik ki, geride bıraktığı talebelerinin pek çoğu onun bu siyasi mücadelesinin varisleri olamamışlardır. En ünlü talebesi Ebu Yusuf, Abbasi Halifeleri döneminde kadılık yapmıştır.
Kayıp Aydınlanmanın İzinde Maturidi:
“Şüphesiz yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan ( gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.” ( Enfal8/22 ) Bu ayet İslam’ın akla verdiği en can alıcı örneklerinden biridir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de 275 yerde, ”Düşünmüyormusunuz? Akletmiyormusunuz?” diye sormakta; 200 yerde bizzat “ düşünme ve tefekkür” emredilmektedir. 12 yerde ”dolaşarak, araştırıp ibret alma” önerilmekte, 670 yerde de ilim teşvik edilmektedir.(3)
Ebu Mansur Maturidi (ö.333/944), hem itikadi hem de fıkhi açıdan Ebu Hanife’ye tabi olmayı içselleştirmiş bir gelenek içerisinde yetişmiştir. Semerkand’da dünyaya gelmiş ve Semerkand’da ölmüştür. Onun Türk asıllı olması kuvvetle muhtemeldir. Türk boylarının Hanefi- Maturidi çizgideki bir din anlayışı Selçuklu ve Osmanlı adıyla bilinen büyük Türk devletlerinin kurulmasına zemin hazırlamıştır.(4)
Yöneticilerden ve zenginlerden uzak durmayı tercih ettiği gibi, bunlarla teşrik-i mesaide bulunanlara karşı da sert tavır takınmıştır. Yine onun zalim olduğu kesinlik derecesinde olan zamanının sultanına adil diyen dolayısıyla zulmü adaletle vasıflandıran kimsenin küfre girdiği yolunda kanaat belirttiği kaydedilir.(5)
Maturidi’nin akıl ve iman arasında bir değer ilişkisi vardır. “Akıl, duyu ve haber birbirinin mütemmimidir. Aklın fiili düşünmektir. Ürünü ise imandır. Aksi taktirde akıl sadece düşünen ancak yargıya (iman) varamayan bir varlık olursa dairey-i faside de kalır.” der.
Maturidi’nin düşüncesinde vahyin getirdikleri, aklın karşı çıktığı şeyler değil, bilakis ulaşmak istedikleridir. Akıl ve vahiy arasında bir “çatışma” ve “çekişme“ olabileceği fikri Maturidi’nin sistemine tamamen yabancıdır. Maturidi’ye göre akıl ve vahyin uyumundan ve birinin öbürüne verdiği destekten bahsedilebilir.(6)
Kur’an’a Yabancılaşma Süreci:
Ashabu’l Hadis, Hadis taraftarları olup, ilk üç neslin ( Sahabe, Tabiin ve Tabe-i Tabiin) dini tecrübesine dönmeyi talep eden, ve bu modeli tarihin değil, dinin bir parçası haline getirmeye çalışan bir anlayıştır.
Bu akım Selefiliğin tarihsel ve teolojik arka planını oluşturmuştur. Arap kültürüyle iç içe olmaları nedeniyle, bazı kültürel formları dinleştirdikleri görülür. Örneğin Arap kültüründeki giyim-kuşamın dinleştirilmesi gibi.
Emeviler döneminde hadis ve sünnetçilik, Arapların İslam üzerindeki tekellerini kaybetmelerine karşı geliştirilen ve devlet tarafından desteklenen bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. Hicri 1. Yüzyılın sonunda Emevi Halifesi Ömer İbn Abdülaziz’in hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi emriyle Hz. Peygamber referanslı hadis borsası oluşturulmuştur. Bu demektir ki Hz. Peygamberin vefatının ardından Arap siyasi kültürü devletin yönetimine ve dine el koymuştur.(3)
Emevi yöneticilerine karşı gelmek, kadere, dolayısıyla Allah’a karşı gelmek olduğundan, karşı gelenlerin öldürülmesi helal sayılmıştır. Muaviye’nin oğlu Yezid halka şöyle seslenmiştir: “Ey insanlar! Sizin uğraşmanıza gerek yoktur. Allah bir işi beğenmediği zaman onu değiştirir. Allah bizi değiştirmediğine göre, Allah’ın isteğine karşı çıkmak sizin hakkınız olamaz. Size düşen itaat etmek, Allah’ın iradesine rıza göstermektir.”(3)
Ashabu’l Hadis’in ( Gelenekçiler ) büyük bir kısmı, yöneticiler onların hakkını gasp etse, zulüm ve kan dökme ile devleti idare etseler bile iktidara yönelik herhangi bir isyan teşebbüsüne izin vermeyerek tahammülcü ve sabırcı bir muhalefeti esas almıştır.
Sonuç Yerine: Ebu Hanife ve takipçisi İmam Maturidi’nin, çağlara ışık tutan akıl, bilgi, adalet eksenli değer ve ilkelerin siyasete temel olması, İslam dünyasının çıkmazdan kurtulmasına temel teşkil edebilecektir. Aksi halde İslam toplumlarında, bağnazlık, ayrımcılık, nepotizm, zulüm, eşitsizlik, hoşgörüsüzlük ve çatışmalar var olmaya devam edecektir.(2)
Bütün bir İslam aleminin kendisine gelip rüştünü ispatlamasının öncelikli şartlarından biri, dini düşünce alanında köklü bir aydınlanma düşüncesi yaşamasıdır.(7)