İslam dinine girmeden önceki dönemde Türkler daha çok Şamanist  kültürünün etkisindeydiler ve Gök-Tanrı inancını benimsemişlerdi. 

Müslüman  Araplar’ın Türkistan bölgesine yaptıkları  ilk fetih harekatı Hz. Ömer döneminde başlamış ve bu devirde Araplar, Ceyhun nehrine kadar ilerlemişlerse de istediklerini bir türlü alamamışlardı(642).  Türk  hakanı  Sulu Kağan,  önce Ceyhun’u daha sonra da Belh’e ve Merv’e kadar olan toprakları alarak Arap ordularını geri çekilmek zorunda bırakmıştır. 

Daha sonra kurulan İslam Emevi  Devleti (661-750) döneminde Türkler, üzerine kurulan baskıcı politikalar ve Emeviler’in kendileri  dışındaki halkı (köle) görmelerinden dolayı İslamiyet’e geç girmişlerdir. Bu dönemde kısmen İslam’a katılmalar olmuşsa da kitlesel katılmalar Emevi devletinin yıkılıp (750), Abbasi devletinin kurulmasından sonra olmuştur. 

Bunda Abbasiler’in , Emeviler’in “ Arap milleti adına fetih” düsturu yerine bütün Müslümanlar arasındaki farklılıkların kaldırılması ve eşitlik düşüncesinin yayılması görüşünü benimsemeleri etkili olmuştur. Bu yakınlık, Abbasiler’in Çinli’lerle yaptıkları Talas savaşında (751), Türkler’in Abbasiler’in  yanında  yer alması ve Çin ordusuna büyük kayıplar verdirip, Çinli komutan  Kao Sien Shih’in geriye kalan ordusuyla savaş meydanından kaçması neticesinde zirveye ulaşmıştır.(1) 

Türk boylarından İslam’dan başka dinlere geçen topluluklar da olmuştur. En çok bilinenlerden, sırasıyla Karadeniz’in kuzey istikametinde etkinlik gösteren Avrupa Hunları, Tuna Bulgarları, Avarlar, Kıpçaklar, Peçenekler buralarda devlet kurduktan bir müddet sonra Hıristiyanlaşan Türkleri temsil ederler. Hazar denizinin kuzey çevresinde meskun Türk topluluğu olan Hazarlar ise, Museviliği resmi din olarak kabul etmişlerdir. 

İslam’a giren Türk boyları milli kimliklerini korumuşlar fakat, İslam’dan başka dinlere giren Türk boyları büyük oranda asimile olmuşlardır. Milletleri tarihte sürekli kılan iki unsur vardır: Biri siyasi yapılanma olarak devlet, diğeri kültürü de içinde sayabileceğimiz  manevi yapılanma olarak dindir.(2) 

Buradan,  İslam ile ilgili çok önemli bir husus ortaya çıkmaktadır. Bu sosyolojik  sonuç:  İslam’ın dünya dinleri arasında, milli kültürü ve benliği muhafaza etmek açısından, mensubu olunabilecek en ideal din olmasıdır. 

Türkler’in Müslüman olup İslam toplumuna katılması, sadece Türk tarihi açısından değil İslam ve dünya tarihi açısından da bugün bile etkileri tartışılan çok önemli sonuçlara yol açmıştır. 

”Allah’ın dinini yeryüzüne yayma” İslam ile şereflenen ve kurdukları Selçuklu ve Osmanlı devletleri ile Türkler’in en büyük mefkuresi olmuştur. 

“İslam’ı bir din olarak benimseyen Türkler, kendilerine özgü bir din anlayışı ve dindarlık üretmeye çalışmışlardır. Bu dindarlığın fıkhi-ameli cephesini oluşturan Hanefilik, itikadi - inanç cephesini oluşturan Maturidilik ve ahlak boyutunu oluşturan Yasevilik olmak üzere üç temel boyutu vardır. Hanefilik, Ebu Hanife’nin (150/767) fikirleri etrafında oluşan bir fıkıh mezhebinin adıdır. Ebu Hanife ve öğrencileri, itikadi ve fıkhi sorunların çözümünde akla ve akıl yürütme yöntemlerine önem vermeleri nedeniyle, ’Akıl taraftarı/Re’y taraftarı’ olarak adlandırılırlar.”(3) 

“Ehli Rey’in en temel özelliği dinde düşünmeyi ve akletmeyi savunmasıdır. Ehli Hadis ile Ehli Re’y arasındaki fark da buradadır. Ehli-Hadis dinin ameli alanında düşünmeyi onaylarken dinin itikadi alanında düşünmeyi yasaklamıştır. Ebu Hanife ise bir akaid risalesinde ‘bil, çünkü ancak aklını kullananlar bilir ve anlar’ demiştir. Hanefi-Maturidi yolunda olmak demek  varlığı, kainatı, insanı ve toplumu keşfetmek için düşünmeyi, sormayı, araştırmayı hayatın gayesi haline getirmek demektir.”(4) 

Maturidi’nin görüşlerini savunan alimlerin yetişmesi bakımından en verimli dönem Selçuklular dönemi oldu. Böylece Hanefilik ve Maturidilik, Türk dünyasında etle kemik gibi birbirinden ayrılmayan bir yapıya dönüştü. Selçuklular ve Osmanlılar  döneminde Türklerin mezhebi kimliği genel olarak, itikatta Maturidilik, fıkıh da Hanefilik olarak tanımlandı.(3) 

Yazımızın bu bölümünü Osmanlı’nın büyük alimlerinden Taşköprülüzade Ahmed efendinin şu harika sözleriyle bitirelim: “Her şeyin ibadeti vardır, bedenin ibadeti namaz kılmaktır. Aklın ibadeti tefekkür etmektir, bedenin ibadetini yerine getirdiğiniz kadar aklın ibadetini yerine getirmezseniz ilerleyemezsiniz.” 

Konumuza bir başka yazıda devam edeceğiz. 

Sezai Balta 

*Ebu Hanife: Hicri 80/Miladi 699 yılında Kufe’de doğup,Hicri 150/Miladi 767 yılında Bağdat’da vefat etmiştir. **Maturidi: Semerkand’da dünyaya geldi.333/944 yılında Semerkand’da öldü.Onun Türk asıllı olması kuvvetle muhtemeldir. 

(1): Doç. Dr. Bahattin Keleş 

(2): Doç.Dr.  M.Yavuz Alptekin 

(3):Prof. Dr. Sönmez Kutlu/İslam Mezhepleri Tarihi 

(4):Prof.Dr. Hilmi Demir/Ebu Hanife  

Editör: BETÜL KESİK