ULUSAL EGEMENLİK

Düne kadar “Ulusal Egemenlik” kavramının çok da bir önemi yoktu.

1920’de TBMM açılmış, halifelik, saltanat kaldırılmış, 1923’te Cumhuriyet ilan edilmişti.

Teokratik bir yönetim anlayışından sonra TBMM’nin açılması ile halk yönetimde söz sahibi olmuştu.

Artık egemenlik kayıtsız şartsız milletindi.

Kısacası; Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti ağır aksak da olsa varlığını devam ettirip gidiyordu.

1980 askerî darbesi sonrası yaşananlar bizde “Ulusal Egemenlik” elden gider mi?” endişesi yarattı.

“Ülkede bir şeriat devleti kurulur mu?” sorusu sordurdu.

Halk, bu soruları sormakta haksız da değildi.

“Afganistan’ın başına gelenler ortadaydı.

Bir zamanlar Atatürk cumhuriyetini örnek almış ve Atatürk’ün yolunda yürüyen Afganistan, bugün bambaşka bir yolda…

Irak, İran, Suriye, Mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerinin durumları ortada…

Bu devletler, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Atatürk’ü örnek almıştı.

Bugün bu ülkelerde demokrasinin, ulusal egemenliğin kırıntısı bile yok.

Ulusal egemenlik konusunda bir kaygı yaşanması normal…

Olmaz denilen birçok şey ülkede oldu.

Ulusal egemenlik sorunu haline geldi.

Cumhuriyet kazanımları, devrimler, kadının toplumdaki yeri, eşit yurttaşlık, medeni bir toplum çabası, ülkenin birikimleri yara aldı.

Sil baştan!

Eskiye özlem…

Ortaçağ yaşamı…

Bir rejim değişikliği…

Olabilir mi?

Bu kaygılar boşa değil…

Rejim değişmeden de ülkenin yönetim anlayışı değişebilir.

Değişir…

Adı konmadan, yeni bir rejim hayat bulabilir.

Sistemler ya da rejimler siyah ve beyaz renkleri gibi net çizgilerle birbirinden ayrılmaz.

Birbirine sarmaldır.

Ülke yönetiminin adı cumhuriyet olabilir ama ülkede uygulanan teokrasi, monarşidir.

O nedenle ülkelerdeki rejimlerin adına değil, uygulanış biçimine bakmalıdır.

Birde rejim geçişleri birden olmaz, zaman içinde gerçekleşir.

Bu geçişler halk tarafından çok da fark edilmez.

Uzaktaki kurt misalidir.

Mesela…

Cumhuriyet yönetiminde kadınların çalışması yasaklanabilir mi?

Evet!

Bunun anayasal temelleri oluşturulabilir mi?

Evet!

Ya da eğitim öğretimde karma eğitime son verilebilir mi?

Evet!

Kadına miras hakkı kanunla sınırlanabilir veya tamamen ortadan kaldırılabilir mi?

Evet!

Çok eşlilik yasallaşabilir mi?

Evet!

Din temelli bir eğitim temel alınabilir mi?

Evet!

Yargıda şeriat temelli bir hukuksal düzenleme yapılabilir mi?

Evet!

Teokratik yönetim tarzında birçok alanda ciddi anayasal düzenlemeler yapıldı ve bu düzenlemeler hayat buldu.

Tarikat ve cemaatlerin sayısal çokluğu, kurum ve kuruluşlarda yetkin olması boşa değildir.

15 Temmuz darbe girişimi, ulusal egemenliği yok etme girişimi değil miydi?

Darbe gerçekleşseydi, ulusal egemenlik de yok olacaktı.

“Ulusal Egemenlik” çok değerlidir.

Bir ulusun var olma yok olma meselesidir.

23 Nisan ne kadar bir çocuk bayramı edasıyla kutlanıyorsa da temelinde ulusal egemenlik bayramıdır.

Halkın, ulusa hâkim olmasıdır.

Ulusal egemenliğimize sahip çıkalım, ortaçağ karanlığına savrulmayalım.

En kötü ulusal egemenlik en iyi monarşiden, oligarşiden, teokrasiden milyon kez iyidir.

Unutmayalım ki; kaybedilen ulusal egemenlik kolay kolay geri gelmez…