Değerli okurlar, başlığa bakıp şöyle düşünelim;’’dünyayı daha iyi bir hale getirebiliriz!’’
13 yıldan bu yana ekonomiden eğitime, sağlıktan adalete pek çok alanda başarılı çalışmalara imza atıldı.Ancak “terör”….
“Terör” ile “kürt sorunu” meselesinin aynileştirilmesi doğru mudur?Daha açık ifadeyle kürt sorunu hakkında iyi niyetli ve ciddi adımlar atılırsa -ki atılıyor- PKK konusu halledilir mi?
Önceleri kürt sorunu tamamen “yok” sayılıp olay basit bir “asayiş” meselesi olarak görülmüş ve sadece “imha“etme politikaları üzerinde yoğunlaşılmıştır.Daha sonra mücadele yanında müzakereye yönelinmiştir.
Kuşkusuz bu politikanın oluşmasında insanı önceleyen,merhamet ve şefkati esas alan bir yapı ve öldürmeye karşı olan tutum başat rol oynamıştır.
Nitekim Sn. Cumhurbaşkanı (Sn. E. Başbakan) R. Tayyip ERDOĞAN bu meseleyi her ele alışında “Analar ağlamasın” ifadesini kendisine birincil prensip edinmiştir.
Meselenin basit bir asayiş sorunu olmadığı görülmüştür.Dolayısıyla bu meselenin sadece bir kürt sorunu olmadığı da anlaşılmıştır.Evet, mesele ne sadece Kürt sorunu ve ne de asayiş sorunudur.Belki en doğru cevap her ikisidir.
Aslında bu ülkede “Kürtçülerin” sorunu vardır.Meseleye böyle bakılmadığı sürece ister mücadele isterse müzakere yöntemi belirlensin bir şey farketmeyecektir.
PKK denen örgüt, Kürt halkının hakları için silah kullanan ve terör estiren bir örgüt değildir…
Genelkurmay Başkanımız son röportajında, "Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerindeki gelişmeler, iyimser öngörülerde bulunulmasını güçleştirmektedir" dedi: "Irak ve Suriye'de yaratılan ortam DEAŞ'ın giderek güçlenmesine, bütün dünyadan birçok Radikal savaşçının bölgeye akmasına ve PYD/PKK'nın terör örgütü kimliğinden ziyade DEAŞ ile savaşan meşru bir güç olarak bölgede görülmesine yol açmaktadır. Bölücü terör örgütü, Irak ve Suriye'de yaşanan gelişmeler doğrultusunda elde ettiği kazanımları artırmaya çalışırken aynı zamanda kendisini ve diğer ülkelerdeki uzantılarını masum göstererek farklı bir algı oluşturmaya çalışmaktadır."
Sayın Özel, kimi ülkelerin hem bilgi teknolojilerini hem de dünyanın tehdit olarak algıladığı güçleri kullandığını söyledi, bunları da "üstünlük sağlama yarışının karanlık yüzü" olarak niteliyor.
Barış, daha doğrusu pkk terörünün bitmesi ülkemizdeki huzurun başat koşulu olacak inşallah..
Birlik, eşitlik, kardeşlik, adalet ve ahlak ilkeleri, öncülüğünü yapacağımız;’’ Toplumsal Dalganın’’ yapılanma ilkeleri, tutarlılık ölçütleridir. Bu yolla sağlanacak ‘’Yüceliş’’, bizi bir erdemler toplumuna ve onun tarihsel çatısına kavuşturacaktır. Şahsiyet ve toplum düşüncesi, ‘’Yüceliş’’ kavramı üzerine oturtulmalıdır. Bu Toplumsal Dalga, İslamcılık damarı daha güçlü, ahlaki temelde eşit ve özgürlükçü bir çizgiye yaslanmış, toplumun daha geniş kesimleriyle eskisinden daha etkili bir ilişki kurabilecek üsluba sahip olarak başlamalı ve yoluna böyle devam etmelidir. Bu yeni toplumsal dalga bu çağa, bu çağın insanına yeni bir “söz” söylemelidir. Yeni Anayasa ile hayat yeniden inşa edilmeyi bekliyor…
Bugün,Dünya’nın hakim gücü olan Amerika Birleşik Devletleri, 50 eyaletten meydana gelen bir federal birliktir. Anayasa, ulusal hükûmetin bünyesinin ana hatlarını tespit eder. Yetkileri ile faaliyetlerini belirtir. Kendine has anayasa ve yetkilere sahip olan her eyalet de öteki işlerden sorumludur. Her eyalet; yönetim bakımından şehir, kasaba, nahiye ve köylere ayrılmıştır. Her eyaletin seçimle gelmiş kendi valileri vardır.
Peki biz neyin kavgasını yapıyoruz?
Evimizde, okulumuzda, çevremizde, birlik ve beraberliğin önemini dile getiren konuşmalara şahit olmuşuzdur. Evimiz bizim mutluluk dünyamızdır. Anne, baba ve çocuklar olarak, birlik ve beraberlik içinde hareket etmediğimiz takdirde evimizin yaşanamaz bir yuva olacağını hepimiz tahmin edebiliyoruz. Anne, babasını dinlemeyen çocukların bulunduğu, herkesin kendi başına buyruk, hiçbir sorumluluk taşımadan yaşadığı bir evi mutluluk yuvası olarak tanımlamak mümkün mü?
Birlik ve beraberliğin yaşanamadığı bir toplumda, kargaşa, anarşi ve kavgaların insanları olumsuz etkileyeceği, onları huzursuz, mutsuz insanlara dönüştüreceği bir gerçek. Atalarımız, toplum hayatının, ancak birlik ve beraberlikle yaşanabileceğini belirtmişlerdir. İnsanların çevrelerine karşı sorumlu olduklarını, hoşgörü içinde, insanca yaşadıkları ölçüde mutluluğu tadacaklarını özlü sözleriyle bizlere hatırlatmışlardır. ”Yalnız taş duvar olmaz” Diyen atalarımız, duvarı topluma benzeterek, taşların birbirleriyle omuz omuza vererek duvar olabileceklerini mecazi bir anlatımla ortaya koymuşlardır. “Yalnız öküz çifte koşulmaz”, “Sürüden ayrılanı kurt kapar”,”El el ile, değirmen yel ile”, El eli yıkarsa, iki el de yüzü yıkar”,”Bir elin nesi var, iki elin sesi var”,”Baş başa vermeyince taş yerinden kalkmaz”, “Bir kanatla kuş uçmaz”, “Birlik dirliktir”, “Nerde birlik, orda dirlik”
İnsanı değerlendiren en önemli şey; hizmettir. İnsanlığa hizmeti hedeflemeyen bir hayatın, diğer canlıların yaşayışından farkı nedir? Maddî ihtirasların canileştirdiği, maneviyatsızlığın hissizleştirdiği illetli ruhlar koleksiyonunu oluşturan toplumlar; hezimeti hizmet sanırlar. Hâlbuki hizmet; insanı ebedileştiren ve kendisinden sonrakilerin bile takdir ve teşekkürünü kazandıran, ölümsüzleştiren ve insanı olgunlaştıran en mühim âmildir.
Medeniyetimizin insanlık tarihine kendi karakter ve ruh yapısıyla bütünleştirerek sunduğu Vakıf kültürünün taşıdığı ilmi değeri yansıtmanın bir borcumuz olduğunu ve bu yönüyle de dünya literatüründe önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum.Bu tip çalışma ve benzerlerinin; geçmişin bizlere mirası olan vakıfların ilmi ve kültürel varlığının ortaya çıkarılması, korunması ve gelecek nesillere aktarılmasını, bu sayede geleceğin sosyal sorunların çözümüne dönük planlamalarında bu insan odaklı yaklaşımdan istifade edilmesini ümit etmekteyim.
Temelinde insan odaklı bir yaklaşımla varlığının gayesini diğerkâm hisler içinde vakıf kimliğinde kurumsallaştıran ve adeta ulvî hislere dönüştüren vakıf kurumu; geçmişte ve günümüzde olduğu gibi, gelecekte de toplumsal dokumuzun içinde önemini ve yerini koruyacaktır. Kültür ve medeniyetimizin temel unsurlarından biri olan vakıflar, İslam ve Türk dünyasında toplumla devleti birbirine yaklaştıran, toplumun farklı kesimlerini kendi geliştirdiği 'vakıf şuuru' etrafında buluşturarak bir köprü vazifesi gören önemli bir kurum olmuştur. Bilhassa Osmanlı döneminde vakıflar, toplum içinde çok geniş bir uygulama alanı bulmuş, kişinin doğumundan ölümüne kadar bütün hayatını kuşatan bir iklim olmuştur. Merhum Ord. Prof. Ahmet Esat ARSEBUK'ün ifadesiyle; "Vakıflar sayesinde bir adam vakıf evde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mallardan yer içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü." Yüzyıllar boyunca fertler arasında yardımlaşma ve dayanışma yoluyla karşılıklı sevgi bağının kurulmasına hizmet eden, birer sosyal kuruluş olarak önemli bir yer tutan vakıflar, Osmanlı devlet nizamının kurulmasında ve devam etmesinde önemli rol oynamıştır.
Toplumun eğitim-öğretim hayatından başlayarak sosyal yapısına, ekonomik istihdam oluşturma kabiliyetine, sosyal adaletin sağlanmasından dini ve siyasi yapının dengesinin kurulmasına kadar birçok alanda hizmet görmüştür. Devletin üstlenmek zorunda olduğu birçok faaliyet alanı vakıflar tarafından karşılanmıştır. Böylesine önemli bir kurumun günümüze yansımaları elbette olacaktır. Bizlere düşen görev, bu kültür ve medeniyet varlıklarını korumak, kollamak ve gelecek nesillere kendi kıymetine yakışır bir şekilde aktarmaktır. Bu, bizim ecdadımıza karşı en önemli sorumluluğumuzdur.
İnsanlık ve vatan sevgisine dayanan, Türk düşüncesinin ve hayat tarzının meydana getirdiği vakıflar, tarih boyunca binlerce kültür ve sanat şaheserleri ortaya çıkarmışlar bu suretle, ülkenin bayındır hale gelmesinde önemli fonksiyonlar üstlenmişlerdir. Bütün Türk devletlerinde adeta bir yarış halinde gelişme içinde bulunan vakıflar, özellikle Osmanlı Devleti'nde bu gelişmenin zirvesine ulaşmış ve Türk hukukunun en zengin, özel ve özellikli kurumlarından biri hatta birincisi haline gelmiştir. İnsanlar ve toplum için yapılması faydalı görülen her şey vakfa konu olarak seçilmiş ve gerçekleştirilmesi için çeşitli vakıflar kurulmuştur. Türk tarihinde bugünkü modern terminoloji ile sosyal hizmetler dediğimiz bu faaliyetler, inanç, kültür ve hayırseverlik kurumları içinde örnek olarak kendini göstermiştir.
İnsanları vakıf kurmaya sevk eden faktörlerden birçoğunu, dünya hayatının geçici olduğunu, insan ömrünün bir gün gelip biteceğini ve bu dünyada sahip olunan her şeyin insana ahiret hayatını kazanmak için verildiğini anlatan ifadeleri hemen bütün vakfiyelerin başlangıç kısmında yer aldığını görmek mümkündür.
İnsan bu dünyada ne kadar çok mal ve imkâna sahip olursa olsun, ömür sınırlıdır. Oysa insan daha uzun süre yaşamak, bu dünyada çevresine karşı saygı ile anılacak bir mevkie ulaşmak, ölümünden sonra da Allah’ın rızasını kazanmış bir kul olmak istemektedir.
Topluma yararlı bir fert olmanın, ihtiyaç içerisinde kıvranan bir canlının imdadına yetişmenin psikolojik hazzını duymak istemektedir.
Daha açıkçası insanoğlu mutluluğu aramaktadır. Gerçekten vakıf kuran kişi, feragatin ve başkalarına yardımcı olmanın mutluluğunu, vakıf müessesesinin imkânlarından yararlanan kişi de, bir ihtiyacını karşılamış olmanın hazzını duymaktadır. Bu, birbiriyle çelişmeyen ve bir diğerinin mutluluğunu azaltmaksızın dalgalar halinde, cemiyetin bütün fertlerini saran, topyekûn bir mutluluktur.
İnsanları, vakıf yapmaya yönelten bu psikolojik etkilerin yanında, geçmişteki uygulamalara bakarak, toplumun beklentileri, elde edilen servetin müsadere veya miras yoluyla bölünüp parçalanmadan emin bir şekilde evlada intikal ettirme düşüncesi, şüphesiz vakıf kurma fiilini harekete geçiren dinamiklerden bazılarıdır.
Genelde kabul edilen maddî ve manevî bu sebeplerin yanında, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, tamamen hayrî amaçla birçok vakıflar kurulmasını sağlayan şüphesiz başka âmillerde vardır. Bize göre bunların başında, nihaî hedeflere ulaşmada, toplumla devlet arasında hiçbir ihtilaf ve uyumsuzluğun olmaması geliyordu.
Türk toplumunda hemen her dönemde, kurulan vakıfların sayısının artış gösterdiği zamanların, daha çok devlet-toplum arasındaki uyumun mükemmel sağlandığı devirlere rastlaması bir tesadüf değildir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde her iki kesimde bu dünyada var olma gayesini, İslam’ı daha çok insana ulaştırmada, onun insan tarafından kabul edilmesinin sağlanmasında ve dünyanın imar ve ihyasında görüyordu. Bu anlayıştır ki, dervişleri ordulardan önce fethedilecek ülkelere sevk ediyor, oralarda inşa edilen zaviyelerle bulundukları coğrafya vatanlaşıyor ve insanlar toprağa bağlanıyordu. Fetihlerden sağlanan servetler, fethedilen beldelerin İslâm mimarisi esaslarına göre imarına sarf ediliyor, böylece, İslam’ı benimseyen insanlara fizîkî ve sosyal altyapı sağlanmış oluyordu. Bu aynı zamanda halka hizmetle hakka gitmenin ve vakıfta esas olan Allah’a kurbet kastını elde etmenin en güzel yoluydu.
Arapça bir kelime olan vakıf, anlamı itibarı ile, durdurmak, alıkoymak anlamlarına gelmekte, bu; bencilliği, açlığı, servet hırsını ve kibiri durdurmak olarak yorumlanmaktadır. Vakfetmek, insanların sahip oldukları malları belli bir gaye ile karşılıksız ve Allah rızası için bağışlamalarıdır. Temel amaç, insanlığa hizmet sunulmasıdır. Buna göre vakıf; gerçek veya tüzel kişilerin hiçbir etki altında kalmadan, kendi istekleriyle kendilerine ait mallarını veya her türlü ekonomik değerlerini ve haklarını mülkiyetten çıkartıp, belirli bir amaçla hayır ve hizmete ebedi olarak tahsis etmesinden oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluğudur.
Vakıflar, yardımlaşma ve dayanışmanın kurumsallaşmış en ideal seklidir. Bu müesseseler insan hayatının kolaylaştırılması, iyileştirilmesi, toplumsal düzenin korunması ve devamı için kurulmuştur. Vakıflar, geliştirdiği sosyal yardım müesseseleri ile, insan onurunun korunmasını sağlamış, toplum ve devlet bütünlüğünü tamamlayıcı etken olmuştur.
Vakıfları yalnız ilim olarak ele alacak olursak onu, vakıf eylemini ve bu eyleme ait her türlü kuralları bilmek seklinde tarif etmemiz mümkündür. Bu tarife göre ilmi vakfın konusu, vakıf eylemi ve eyleme ait her türlü kurallar olmaktadır. Bu ilmin gayesi ise, mevcut vakıfların muhafaza ve imarı ile toplumun bu sosyal yardım kurumundan yararlanma koşullarını tanzim ve vakıf yapma usulleri ile toplumsal dengesizliklerin giderilmesi durumlarının, gelecek kuşaklara aktarılması suretiyle insanlığın mutluluğuna hizmet etmektir.
Vakıf, insanla birlikte mevcut olan karşılıklı dayanışma ve başkalarına iyilik yapma duygusunu, hukuki statüye kavuşturan ve ona süreklilik sağlayan, tüzelkişiliğe sahip, hukuki ve sosyal bir müessesedir. Vakıf, karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan medeni bir kurumdur ki toplum hayatı da karşılıklı yardımlaşmadan doğar. İnsanların her sahada ilerlemelerine engel olan isyanlardan, ihtilallerden ve anlaşmazlıklardan meydana gelen felaketlerin ilacı karşılıklı yardımlaşmadır. Toplum hayatının devamını sağlayan, düzen ve güvenliğinin en büyük şartı, toplumsal sınıflar arasında büyük farklar oluşmaması ve sosyal dengenin korunmasıdır. Sınıflar arasında, yakınlaşmayı temin eden en önemli faktör, karşılıklı yardımlaşmadır. (AhmedAkgündüz, 1988:1) Vakıflar başta fedakârlık olmak üzere; yardımlaşma, dayanışma, uzlaşma, kaynaşma, mutlu olma, üretme ve koruma gibi ilkelere dayanır. Sosyal politikanın temel amacını teşkil eden sosyal adaletin sağlanmasında önemli bir yeri olan vakıf müessesesi, Türklerin İslamiyet'i kabulünden sonra sosyal ve kültürel hayata ciddi katkılar sağlamış, Osmanlı döneminde de büyük bir gelişme göstermiştir.
Asırlar boyu sosyal hayatımızda son derece önemli ve etkin bir yer almış bulunan vakıfların, geçmişte gördüğü işlevlerin tespiti günümüzde bu kurumların daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Vakıf tüm İslam coğrafyasında hicri üçüncü asırdan beri uygulana gelen, buralarda yaşayan toplumların sosyal, iktisadi ve siyasi yapılarına kök salmış, son devirlerde büyük darbeler yemesine karşılık halen etkinliğini sürdürebilen önemli sosyal bir kurumdur. Osmanlı Devletinde vakıfların çok büyük bir gelişme gösterdiği, toplumun eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi en temel ihtiyaçlarının ötesinde, son derece ayrıntılara dönük alanlara bile yöneldiği anlaşılmaktadır. O kadar ki, batılı sosyal politikacılar 16.asır Osmanlı toplumu için vakıf cenneti tabirini kullanmışlardır. Gerçekten o dönemlerde vakıf kurumu "toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan tek yaygın toplumsal kuruluş" haline gelmiştir.
Yazımın muhtevasında yer alan tüm sosyal ve kültürel mirasımızın gelecek nesillere taşınmasına katkı sağlamasını teberrüken Yüce Allah’tan(C.C) dilerim. Gayret bizden netice Allah’tandır(C.C).
Saygılarımla……