Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı Türkiye Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi, dün gerçekleşen açılış töreniyle başladı. Rektör Prof. Dr. Azmi Özcan’ın “Jübilem” dediği zirvenin açılışı için, ilimize yurtiçi ve yurtdışından 100’e yakın üst düzey akademisyen ve uzman geldi. 2 gün sürecek zirvede 600’ün üzerinde biliminsanı, doğal beslenmenin ve sporun sağlığımız üzerindeki olumlu etkileri ve sağlıklı gıda üretimi konularında sunumlar yapacak. Türkiye Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi, Bilecik’in bu güne kadar gördüğü en önemli ve geniş katılımlı organizasyonu olacak.

Zirvenin açılışında konuşan Şeyh Edebali Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi Özcan, insanın sonsuzluk arzusunu ancak sağlıklı nesiller yetiştirerek gerçekleştirebildiğini söyledi ve sağlıklı nesillerin yetişmesi için sağlıklı beslenmenin önemine vurgu yaptı. Son dönemde toplumumuzun kültüründe hızlı bir değişiklik yaşandığını söyleyen Özcan, para kazanma hırsının hem örf ve adetlerimizi tahrip ettiğini, hem de küresel bir silah olarak kullanılan besinlerle nesillerimizin kısırlaştırıldığını ifade etti. Devlet büyüklerine de seslenen Prof. Özcan, verimli toprakları olan Sakarya vadisinin çok büyük bir potansiyeli olduğunu hatırlatarak, bu bölgenin korunmasını ve hak ettiği değeri görmesini istedi. Rektör Özcan, tarihe not düştüğü konuşmasında salonu dolduran konuklara şöyle seslendi:

 “Sonsuzluk arzusuyla programlanmış birer varlıklarız”

“Önemli bir günde daha karşınızdayız. Konuyla ilgili teknik ayrıntıları sevgili İhtisas Üniversitesi Rektörümüz bizlerle paylaştılar. Mehmet Rüştü Karaman Hocamız aynı zamanda üniversitemizin öğretim iyisidir. Bu vesileyle bunu da kamuoyuyla paylaşmış olalım. Böyle toplantılara ev sahipliği yapmak benim temsil durumunda bulunduğum kurumum adına bir onur. Çünkü canlılar olarak bizler kromozomlarımızda sonsuzluk arzusuyla programlanmış birer varlıklarız ve bu sonsuzluk arzumuzun ancak sağlıklı nesiller yetiştirerek sağlayabiliyoruz. Kendi varlığımız ölümlü bir varlık. Bu sonsuzluk arzumuzu da ancak tıpkı ağaçların filizlenmesi gibi biz de sağlıklı nesillerle gerçekleştirebiliyoruz.

“Beslenme sadece biyolojik bir faaliyet değil”

Beslenme bizim açımızdan sadece biyolojik bir faaliyet değil. Belki aynı zamanda da biyolojik bir ihtiyaç ama beslenme kavramının altında, beslenmenin sadece teknik ve biyolojik değil aynı zamanda bir hayat tarzı yaşam tarzı bir kültürel kimlik olgusu olması açısından özellikle ben konu ile ilgiliyim. Bundan 1 yıl kadar önce bu ülkede ‘Yüz Yıllık Yüz Aklarımız’ meslek yüksek okulumuz koordinatörlüğünde bir program organize etmiştik. Daha çok 100 yılı aşan gıda şirketlerimizi hem hatırlamak hem onlara teşekkür etmek, inanır mısınız iki elin parmağını geçecek sayıda kuruluş bulamadık. Bunlardan birkaç tanesi de Bilecik’teydi.

“Bu ülkede insanlar yemediklerini müşterilerine de sunmazlardı”

Gıda aynı zamanda bir ahlaki zemini bize gösteren alan. Bu ülkede insanlar kültür ve gelenek olarak kendi yemediklerini müşterilerine de sunmazlardı hatta en sağlıklı, en nadide yiyeceklerimizi misafirlerimize ikram etmek bir onur göstergesiydi. Ama şimdi her şey değişiyor. Çok hızlı bir zemin kayması neticesinde hayatın devamını daha çok para kazanmak her şeye rağmen daha çok para kazanmak ve her ne pahasına olursa olsun güç kazanmak üzerine endekslediğimiz zaman gıda sadece bir gelenek, örf, inanç alanı olmaktan çıktı aynı zamanda da bir meta alanı haline geldi. Ne yazık ki daha çok para kazanmak için nesillerin toplumların sağlık ve ruh yapısını bozan birer tehlike haline geldi. Etin kilosunun asgari 30 bin lira olduğu bir ülkede 10 bin liraya sucuk satılabiliyorsa bunu hem alanların hem satanların düşünmesi lazım. Marketlerden aldığımız yiyeceklerin hiçbirisine güvenilmez şeklinde toplumda bir kanaat oluşuyorsa bu toplumun önderlerinin bu konuyu ciddi olarak ele alması lazım. İşlenmiş hiçbir gıdayı tüketmeyin diye bas bas bağıran bilim insanları varken hemen her tarafımızda her türlü şeklinde işlenmiş gıdalarla donanmış bir toplum ve ticaret varsa bunun da bu ülkenin sorunları tarafından düşünülmesi lazım.

“İnsan gibi yaşamak konusunda çok gerilere gittik”

Gıda sadece biyolojik değil derken eskiden beri beslenmenin de bir ritüeli vardı. Sofralar kurulurdu baba gelmeden sofraya oturulmazdı ve o sofrada ailenin bütün fertleri mutlaka bulunmak zorundaydı. Orada sadece yemek yenmezdi nesiller arasındaki kültür aktarılırdı gelenek aktarılırdı. Ama şimdi erken gelen buzdolabını açıp çok hızlı bir şekilde ihtiyacını giderip, elinde bilgisayarı ya da akıllı telefonu ile kendi köşesine çekilip bir evde aynı ailenin fertleri sadece beslenme alışkanlıklarının değişmesi yüzünden farklı odalardan cep telefonlarıyla mesajlaşarak iletişim kurabiliyorsa bu toplumun bunu ciddi olarak düşünmesi lazım. Biz fen ve bilimin bize sağladığı imkânlarla refah noktasında çok büyük boyutlara ulaştık belki ulaşacağız ama insan gibi yaşamak konusunda çok gerilere gittik. Ama bizim varlık nedenimiz insan gibi yaşamak. Hayatı ve ölümü değerli kılan şey bizzat kendisini değil, niçin yaşandığı ve niçin ölündüğüdür. Eğer hayatımızı bu tür değerlerle süslemezsek daha çok kazanmak uğruna başka insanları zehirlemekten çekinmeyen bir üretim sektörü haline dönüşürüz.

“Nesiller kısırlaştırılıyor, nesiller zehirleniyor”

Sadece kendi kendimize bir üretim sektörü değil aynı zamanda küresel rekabet piyasasında kapitalizmin insanları birer köle haline getirdiği tüketim kıskacında güçlü toplumların başka toplumları zayıflatmak esaret altına almak için kullandığı güçlü bir silah sektörü haline geldiğini düşünürüz. Nitekim farkında olmadan nesiller belki kısırlaştırılıyor. Nitekim farkında olmadan nesiller zehirleniyor ve bunların sonuçlarının bu ülkeye nelere mal olacağını bundan 20-30 sene sonra çok acı bir şekilde öğreneceğiz. O itibarla binlerce yıl içerisinde denenerek günümüze kadar süzülmüş geleneksel beslenme tarzlarının somut bir şekilde bir aile birlikteliği içerisinde bir sofra düzeni içerisinde bütünleşmesinde yeniden bu topluma hatırlatılmasında fayda var. İşte bu zirve bu açıdan çok önemli. Sadece teknik tıbbi boyutuyla değil kültürel değerler açısından da çok çok önemli.

“Böyle bir oluşuma ülkemizde ilk defa ev sahipliği yapmaktan çok onur duyuyoruz”

Üniversitemiz olarak bu konuda böyle bir oluşuma ülkemizde ilk defa ev sahipliği yapmaktan çok onur duyuyoruz. Bizim için varlık nedenimize uygun bir faaliyet. Ama şunu huzurlarınızda ifade etmek ifa etmek bir görevdir. Elbette üniversitemde birkaç aydır çok yoğun şekilde bu faaliyete hazırlanan teknik arkadaşlara huzurunuzda çok teşekkür ediyorum. Mehmet Rüştü Karaman Bey olayın başkahramanıdır.  Öyle tahmin ediyorum son 4 aydır uykuları yoktu. Huzurlarınızda hem üniversitem hem de ülkemiz adına kendilerine teşekkür etmek istiyorum.

“Bu topraklar bütün dünyaya “biz yok edilemeyiz” dediğimiz yer”

Bu topraklarda bir medeniyet doğdu. Bu toprakların bir farklılığı var. Yeryüzünde biraz da bizim temsil ettiğimiz İslam aleminde göğsünü gere gere dolaşabilmenin bir kıymeti varsa o çok büyük oranda da bu topraklara borçlu olduğumuz gerçeğindendir. Burası hem dünyaya biz varız dediğimiz yer, hem de bütün dünyaya biz yok edilemeyiz dediğimiz yer. Bilecik halkımız bunu “kuruluş ve kurtuluşun beşiği” olarak ifade ediyor.

“Verimli toprakların bulunduğu alan devletimizin idare edenlerinin de gözünden kaçmış”

Anayol güzergâhı olduğumuz için pek çoğumuz fark ediyoruz ama burada öyle kıymetler var ki sempozyumun burada olmasının arzu edilmesinin önemli nedenlerinden birisi de ülkemizin üretimini, dikkatini buraya çekmek. Sakarya Havzası dediğimiz yaklaşık 40 kilometrelik mikro klimanın hâkim olduğu olağanüstü verimli toprakların bulunduğu alan ama devletimizin idare edenlerinin de gözünden kaçmış. Devlet bunu politikası olması gereken ve bu haliyle Marmara Bölgesi'nin toplam meyve ve sebze ihtiyacını büyük oranda karşılayabilecek bir potansiyele sahip. İşlenmemiş, eğer işlenmemeye devam ederse çok yakında küresel şirketlerin kira ya da satın alma yoluyla mutlaka ele geçirecekleri bir potansiyele ülkemizin ve devletimizin dikkatini çekmek istedik. Birkaç şartı var ve hepimize görev düşüyor. Bunlardan birisi bu havzayı besleyen su kaynaklarının kirlilikten kurtarılması. Aramızdan birkaç kişi de durumu daha fazla para kazanabilmek adına kirlettikleri, geleceğimizin hayat kaynağı olan bu suların mutlaka acilen temizlenip sağlıklı ürünler yetiştirme hizmetine takdim edilmesi lazım. Huzurlarınızda her kim bununla görevli ve sorumlu ise bir kez daha tarihe kayıt düşmek adına bunu burada tekrar ediyorum. Bu sular hem bizim hem sonsuzluğa kadar devam edecek nesillerimizin varlıklarıdır ve onları kirletmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

“Karasu Irmağı bile kirletilebiliyorsa bu bizim vebalimizdir”

Eğer bu Bilecik şehrimizden gelen Karasu Irmağı birkaç kilometrelik alanda bile kirletilebiliyorsa bu bizim çok büyük bir vebalimizdir. Bu suların mutlaka sağlıklı ürünler yetiştirmek için hayat kaynakları olarak kullanılması lazım ve Sakarya havzasındaki toprak kaynaklarının henüz kirlenmemişken, henüz kimyasal sanayi ile tanışmamış toprak varlıklarımızı sadece bizim değil bütün dünyanın besleyeceği sağlıklı ürünlerle besleyecek ürünlere dönüştürecek kaynaklar olması lazım. Bunun için biz üniversitemiz olarak, Tarım Teknolojileri Fakültesi olarak gerekli alt yapı çalışmalarını hazırlamaya çalışıyoruz. Vilayetimizin himayesinde, Bilecik protokolünün değerli destekleriyle üniversitemiz ve Bilecik ilgililerinin bu konuyu ülke gündemine getirmesinde büyük mesafeler alabileceğimizi düşünüyorum.

“Bu bölgeye zehirli kimyasal sanayi getirmeyelim”

Bir kez daha bir şeyi hatırlatmak istiyorum; henüz bu bölgenin toprakları zehirli kimyasal sanayi ile tanışmamışken lütfen bu bölgeye zehirli kimyasal sanayi getirmeyelim. Toprak sanayi tamam, eğitim tamam, buna bağlı diğer sektörler tamam, ama toprak bizim kendisine hem hayat hem de vefa borçlu olduğumuz bir değer. Onu zehirlersek bilin ki kendimizi değil, geleceğimizi, torunlarımızı zehirliyoruz. Buna da hakkımız yok. Bütün bunlar çok uzun sürecek ama bizim hassasiyetlerimiz, bu meseleyi dile getirmek istedim. Çok geç kalmış bir proje. Bu projeye hem devletimiz en üst düzeyi sahip çıktı hem üniversitelerimiz sahip çıktı hem bakanlıklarımız. Bilecik 7'den 70'e, bütün toplumuyla, basınıyla buna sahip çıktı. 2 gün boyunca yoğun katılımlarla ki değerli rektörümüz 650 tebliğin olduğunu söyledi. Herhalde ülke alanında bir rekordur. Sonra bu tebliğ sahibi insanlar misafirlerimiz, dostlarımız. Bilecik bölgesinde karış karış dolaşacağız bu potansiyeli yerinde görmek için.

“100'e yakın çok üst düzey nitelikli misafirlerimiz var”

Ülkeleri kıymetli kılan şey onların nüfuslarının çokluğu değildir. Ülkeleri ve toplumları kıymetli kılan şey orada nitelikli insanların sayısı belirler. İnsanlara nitelik katan bileşenler vardır. Bunlardan birisi sağlıklı bir toplum. Diğeri de eğitim. Eğitim kurumları olarak biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Bugün bu salonda Bilecik'in çok kıymetli değerlerinin dışında ülkemizin değişik yerlerinden gelen 100'e yakın çok üst düzey nitelikli misafirlerimiz var. Bunların bir kısmı ciddi anlamda belki bölge ile ilk defa tanışıyorlar. Bundan sonra artık onlar da Bilecikli oldular ve birikimlerini bütün uzmanlıklarını yeri ve zamanı geldikçe bu masada taahhütlerini duyduk, Bilecik için de kullanacaklar. Biz Bilecik'e çok şey borçluyuz. Bunu ben söylemiyorum. 19. Yüzyıl şartlarında bütün dünyanın sömürgeci vahşiler tarafından istila edildiği bir dönemde dünyanın uzak köşelerindeki Müslümanlar söylüyor. ‘Eğer yeryüzünde insan olarak bir kıymetimiz varsa bu Türklerin yüzündendir. O yüzden onlara çok teşekkür etmeliyiz’ diye söylüyorlar. Oradan hareketle ben de diyorum ki bu ülkede Türklerin yeryüzünde onurlu, başları dik olarak dolaşabilmeleri söz konusu ise o büyük ölçüde bu bölgeden neşreden medeniyetin de sayesindedir. O yüzden imkanı olan herkesi bu medeniyeti ve dünyaya ben varım iddiasının seslendirildiği topraklara vefa borçlulardır. Bu borcu ödemek zorundayız. Eğer enerjimizi birbirimizle kavga etmek için tüketirsek, birbirimizden bir adım öne geçmek için harcarsak bilin ki hepimiz aynı gemideyiz. Ve gemi tehlikeli sularda dolanıyor. Ve orada tek başına bir kurtuluş, tek başına bir saadet, tek başına bir mutluluk söz konusu değildir.

“Gıda sektöründe çok önemli projeler uygulamaya konulacaktır”

 Önümüzdeki 10 yıl içerisinde bu ülke üzerinde hem gıda sektörü itibariyle hem de siyasetin diğer alanları itibariyle çok önemli projeler uygulamaya konulacaktır. O yüzden ben müşterek konularla ilgili hep söylüyorum, dünya 100 yıllık dönemlerle şekillenirken eğer masada yer almak istiyorsanız mutlaka kendi içinizdeki problemleri dondurmanız lazım. Eğer bu fırsatı kaçırırsanız bir yüz yıl daha beklerisiniz. Sadece geleceğinizi kaçırmaz, aynı zamanda gelecek nesillerinizi de kaçırırsınız. Yazık edersiniz.”

Editör: TE Bilişim