Bir furyadır aldı başını gidiyor… Geçmiş zamandan bu yana var olan, bilinçli olma ya da olmama hali, son zamanlarımızın moda “spiritüel farkındalık” ritüeline dönüşmüş, ve gün geçtikçe bir moda ikonu halinde hızla yayılıyor. Adeta insanlığın hücrelerine son hızla hücum ediyor.
Bir insanın değişimi ve gelişimi, farkındalık yeteneğiyle doğru orantılı ilerler. Genelde böyle durumlar, bir travmanın hat safaya ulaştığı anlarda yada bir durum karşısında isyan noktasına gelindiğinde ortaya çıkar. Her zaman değil tabi ki. Aslında bu süreci erken başlatmanın yolu sizin elinizde. Hani her zaman duyduğumuz bir söz vardır; çaresizseniz, çare sizsiniz. Yada bu cümleyi daha farklı anlamaya çalışalım. Çaresizseniz, çaresizsiniz. Cümlede kullanılan kelimeler aynı, sadece birinde kelime ikiye ayrılıyor. İşte farkındalık budur. Yani aynı kelimeleri nasıl kurguladığınızla alakalı. Yada olayları nasıl algıladığınızla. Garip değil mi ?
Farkındalık, her insanda olan ve dışarı çıkmayı bekleyen bir duyu gibidir. Sadece dışarı çıkmayı bekler, sizin onu dışarı çıkarmanızı bekler. Eğer siz onun dışarı çıkmasına izin vermez ve onu görmezden gelirseniz, o dış Dünya’da yarattığı yanılsamlarla kendisini dışarı çıkarmaya çalışacaktır. Sanırım artık farkındalığımızı ortaya çıkarmanın ve onu tanımanın zamanı geldi.
Artık bu andan itibaren, ne olduğunuzun, kim olduğunuzun, ne iş yaptığınızın, nasıl giyindiğinizin ve nerede yaşadığınızın bir önemi yok. Farkındalığınızı hissetmek için kendinize bir gün belirleyin, mümkünse hemen. Sabah uyandığınızda duşa girin ve en şık elbiselerinizi giyin, hayatınızın en önemli görüşmesine hazırlanıyormuş gibi hazırlanın. Kimsenin sizi rahatsız edemeyeceği yerlerin aksine, aşırı kalabalığın olduğu bir bölgeye gidin. Yaşadığınız şehrin en işlek caddesi ve en kalabalık saatleri bu iş için en uygun zaman. Bir kafeye oturup, kendinize bir Türk kahvesi söyleyebilirsiniz mesela. Oturduğunuz yerden sadece insanlara ve kalabalığa bakın. Kalabalığn içinden gözünüze takılan insanları bir kaç dakika boyunca uzaktan gözlemleyin. Onların hareketlerini, davranışlarını, telaşlarını veya rahatlıklarını gözlemleyin. Sokakta duran satıcılardan, markete giren müşterilere, aceleyle hareket eden insanlardan, aşırı rahat hareket eden herkeze kadar hepsini bir kaç dakika boyunca gözlemleyin. Sonra sadece iki dakikalığına gözlerinizi kapatın ve kalabalığın sesini dinleyin. Gözleriniz kapalı iken dahi dışarda olup biteni hissedebildiğinizi fark edeceksiniz. Araba seslerini, insanların konuşmalarını, bağırışmalarını, ayakkabısıyla yürüyen insanların çıkardığı sesleri, hatta arkanızda oturan masadaki yabancının çayını karıştırdığı kaşık sesini dahi fark ettiğinizi göreceksiniz.
Kendinize ayırmış olduğunuz bu on beş dakikada yavaş yavaş kendinizin farkına varmaya başladınız bile. Artık gözlerinizi açıp yıllardır yaşadığınız evreni tanımanızın zamanı geldi. Hoş geldiniz !
Sahi, anneannelerimiz-dedelerimiz hiç mi farkında değildi bu spiritüellik meselesinin, öyle körü körüne, sorgulamadan, düşünmeden, merak etmeden yaşayıp gidiyorlar mıydı sizce?
Şahsen ben, pek çoğumuzun masallarla, mucize hikayeleri dinleyerek, birilerinin nasıl ve ne kadar inandığıyla, aklını-mantığını ve duygularını ölçüp biçerek nasıl kararlar verdiğini öyküleştiren hikayelerle büyümüş çok insan tanıyorum.
Oysa şimdi, bunun adına küçük ve afilli bir etiket kondurduk, spiritüel farkındalık diyerek herşeyi pazarladığımız gibi bunu da süsleyip püsleyip, daha renkli, daha ilgi çekici, daha fazla merak uyandırıcı bir şekilde paketleyip satışa sunduk. Alıcısı ise gün geçtikçe artmakta, çünkü maazallah, ya biz kendimizin farkında değilsek? Eyvah eyvah, çağ dışı kaldık!
Bu konuda yapılan çalışmaların, ya da bu çalışmaları yapan insanların değersiz ya da anlamsız bir işle uğraştıklarını söylemek istemiyorum. Aksine, bence çok değerli bir iş yapıyorlar. Günümüzde, politik sistem, medya, basın, pazarlama gibi araçlar ve kavramlarla neredeyse robotlaştırılmış prototip insanı, biraz olsun uyandırmaya, ayağa kaldırmaya çalışarak bence çok ama çok önemli bir iş yapıyor bu insanlar. Ellerine, emeklerine, yüreklerine, ruhlarına sağlık…
Çünkü bugün pek çok insan, paranın hegemonyasında duygularını kaybetmiş olarak veya kaybetmek üzere nefes alıyor. Çünkü duygu, bugünün pazarında alıcı bulamıyor. Çünkü duygu, bugün bir ekmeği, bir kolayı, bir eşyayı, bir arabayı, hatta ve hatta başka bir yaşamı “satın alamıyor”. Paranın hüküm sürdürüldüğü “hisseler harikası kumpanyası”na hoşgeldiniz!
Peki, kaç kişi bu hisseler harikası kumpanyasında hala nefes alabiliyor? Farkındalığının farkında olanlar.
Peki kim bunlar? Ya da bu ne demek?
“Gerçek soru, ölümden sonra yaşamın var olup olmadığı değil. Gerçek soru, ölümden önce senin hayatta olup olmadığındır” der Osho.
İşte farkındalığının farkında olanlar, bu gerçek soruya, cesurca cevap vermeye karar verebilenler aslında. Her insanın biricik ve tek, ve bir bütünün ayrılmaz bir parçası olduğunu bilebilenlerdir.
Kaderi özgür iradeden ayırmadan, yeri geldiğinde en zor koşullarda kendi seçimlerini yapabilme, yeri geldiğinde ise sorgulamadan teslim olabilme cesareti gösterebilenlerdir.
Hayattaki açlığın, savaşların, ve var olan tüm eşitsizliklerin nedeninin yalnızca inandıkları Tanrı değil, insanoğlunun ta kendisi olduğunun ayrımına varabilen, ve yarattığı dünyanın sorumluluğunu taşıyabilen ve o sorunların çözümünün bir parçası olmayı tercih edebilen insanlardır.
Mutsuzluk için onlarca sebep varken, mutlu olmak için kendini eğitebilen ve kalbinin sesini onlarca çıkarın üzerine koyabilen insandır. Çünkü ancak böyle insanlar olduğu sürece, karnı aç bir çocuk, vicdan sahibi bir insan tarafından bir gün daha doyurulur. Ancak böyle insanlar olduğu sürece, ağır yaralı bir asker, ancak karnını doyurabilecek bir maaş alabilen bir hemşire tarafından tedavi edilir.
Çünkü ancak böyle insanlar, daha fazla paradan önce daha fazla sevgiyi ve dostluğu tercih ederler, ve yükselmeyi değerlerini feda ederek kazanılan bir güç ve makam aracı olarak değil, ihtiyacı olanlara daha çok yardım edebilmek için bir patika olarak görebilirler…
Aşık olduğunuzda, bedeninizin ötesinde bir yer acıyorsa, bu ruhunuzun var olduğunun ve acısını parayla dindiremediğinizin en güzel kanıtıdır. Bir çocuk ağladığında, ya da yaşlı bir dede güldüğünde, parayla ölçemediğiniz bir his kaplıyorsa içinizi, bu, hala yaşıyor olduğunuzun en güzel kanıtıdır.
Farkında olmak, cesur olmaktır. Onlarca kez düşsen de, ayağa kalkmak için hala iki ayağa sahip olduğun için şükredebilmektir. Ve verebilecek paran olduğu için de…
Elin ayağın tutuyorsa, para kazanabileceğini bilmek ve etrafı suçlamadan önce, yardım isteyebilmektir… Ya da, verecek hiç paran olmasa da, karşıdan karşıya geçen bir yaşlıya yardım edebilmek veya en azından başkalarını yargılamamaktır.
Yapabileceğinin en iyisini yapmak, ve hala vaktin varken, en önemli şeyin, kendine yaptığın yolculuk olduğunu hatırlamandır. Başkasından değil, kendinden daha ne kadar fazla olabileceğini keşfetme yolculuğundur. Hatalarınla ve daha iyi olabilecek yönlerinle bütünleşme, inançla irade arasındaki ince çizgide önce dengede kalmayı, sonra adım atmayı, sonra yürümeyi öğrenmektir.
Sevmektir farkındalık, seni sevmeyeneleri bile… Çünkü, ayna, insana kendini gösteren birşeydir. Tıpkı insan gibi… Karşındaki her insanda bir parçan olduğunu fark edebilmektir…
Önce kendinle, sonra insanlıkla bir bütün olabilmektir farkındalık…
Hayattaki mucizevi olayların, imkansız gibi görünüp gerçekleşebilenlerin, rüyaların, düşünce gücünün, ve mantığın, paranın, ve kendi kalbinin farkında olduğunun ve tüm bunların arasında önce kendi ruhunu, sonra da insanlığın ruhunu iyileştirebilecek potansiyele sahip olduğunu anlayabilmektir. Çünkü iyilik ve kötülük, iç içedir. Ve kötülüğü, yalnızca daha iyi olabileceğinin farkında olanlar yenebilirler!
Işığın kalbinizden eksik olmadığı tecrübeleriniz olması dileğiyle… Kalbinizle bağlantıyı kesmediğiniz her gün, farkındalığınızın farkındasınız demektir…
Dili dini, rengi, inancı ne olursa olsun, yerküre üzerinde nefes alan tüm insanların aynı ışığın parçaları olduğunu daha çok fark edeceğimiz günler dileğiyle…
HASAN KAYHAN/Kasım 2014