Değerli okurlar,

Bir hükümetin önünde üç seçim dururken… Faiz artırması da, ekonominin küçülmesine göz yumması da isteyeceği en son şeydir.
Hükümetin yaptıkları, yapamadıkları, dış etkenler, siyasi tetikleyiciler derken dövizin ipi koptu. Ya kura yol verilecekti ya da faiz artırılacaktı.
Önce kura yol verildi. Döviz arttıkça döviz borçlusu şirket çok olduğu için şirketler batma noktasına geldi. TL değer kaybettikçe vatandaşın cebindeki para eridi. Enflasyon azdı. Tam bir 40 katır durumu yaşandı. Katırın tekmesinin acısını gören hükümet geçti 40 satıra. Ve istemeye istemeye faizleri artırdı.
Şimdi yeni sorular şunlardır: Yükseltilen faiz kimi vuracak? Vatandaşa nasıl yansıyacak? Faiz artırımı yıkıma çözüm olabilecek mi?
Biz artık dışarıdan gelen parayla değil, iç tasarruflara dayalı büyümeliyiz. İç tasarruflara dayalı büyüme hedefi var hükumetin, ama politika yok şimdilik. İç tasarrufları arttırmaya yönelik tek politikamız Bireysel Emeklilik Sistemi şu anda.
Bu ortamda personel atamaları da ihtiyaca ve görülen lüzuma göre yapılıyor…Tabii idareciysen idare eder,idare edilmezsin.İdareciysen yalnızca kendini oraya atayanlardan emir alırsın.
Bazı okullar kendisini ‘Enderun Mektebi’sanıyor.Birileri(veliler) de çocuklar okula adım attığı gün bir yerlere geliyor..Parayı verip düdüğü çalabilmek için okulda başrol oynuyorlar. Ortalıkta o kadar söz, o kadar gürültü var ki… Herkes birbirinin omzuna basıp yukarı çıkmak, görünmek, müşteri bulmak derdinde… …Çekicin çiviye vurduğunu duyarsınız da,kalem gıcırtılarını neden duymazsınız demek geliyor içimden…
Ey dedem Şeyh Edebali,şehir kendi çalıp kendi oynayan birilerinden sizin manevi fırlatışınızla kurtulur,geldiği yere giderler…..Veda konuşmalarında bu görülür;ayrılırken yapılan hizmetler anlatılmalı,kişinin kendisi/kendisini değil..Yarım kalan projelerin hüznü olmalı…Hangi proje yarım kalmış.İnşaatta uyuyan işçiyi görünce sessizce oradan geçenler,kendi iradesi altındaki dengesizliklere yol açıp sessiz kalmasınlar..Müdürler müstakil lüks arabaya binerken,kendi imza yetkisini taşıyanlar iki kişi bir arabaya binmesinler gibi…
Gelin hep birlikte şu söze kulak verelim;Hz.Allah(c.c) semadan ücretsiz,uygulanma bedeli Cennet olan kitap göndermiş..Telif hakkı peygamberlerine ve onların varislerine bırakılan,onlar tarafından tebliğ edilen ve şefaatleriyle karşılığı Cennet olan…..

Ne Zamandır Hayatın En Zor Anı?

Hatırlamadığınız halde doğumunuz esnasında nefessiz kaldığınız o an mı? Yoksa bisikletten düşüp dizinizi kanattığınız zaman mı?
Misketlerinizi kaybetmiş olmanız mı? Harçlığınızı düşürüp de, leblebi tozu alma sırasından çıkmak zorunda kalışınız mı?
Matematik sınavından iki aldığınızı ailenize söylemek zorunda kaldığınız saniyeler olabilir mi hayatın en zor anı? Komşunuzun kızlarının saçlarına attığınız kumları annenizin öğrendiği zaman mı? Süt dişlerinizi döktüğünüzde piyeste baş rolü oynayacağınızı duyduğunuzda mı, 23 Nisan’da topluluk önünde şiir okuyacak olmak mı?
Anadolu Lisesini kazanmanın İngilizce öğrenmek için son şansınız olduğunu bilmek mi?
Televizyon bozulduğu için evde “şirinler” veya “voltran”ı izleyememek mi? Yakalamaca oynarken hızlı koşamadığınız için “fasulye”den sayılmış olmak da hayatınızın en zor anı mıydı yoksa?
İlk lise aşkınızın öğrenilmesi mi? Lise yıllığı yüzünden disipline gitmekten son anda kurtulmuş olmanız mı? Lise ateşi ile yaktığınız ilk sigaranın dumanını babanızın yakalamış olması da en zor an mıydı?
Nedir hayatın en zor anı? Milyonlarca kişi ile bir yarışa sokulup, hayatınızı üç saatin belirlediği bir sınav maratonu mu? Yazın ortasında bir anfide burnunuz akarak geleceğinizi çözüyor olmanız mı?
En zor an ailenizi bırakıp yeni bir yola çıktığınız an mıydı? Yoksa tek kişilik bir odadan kalabalık yurt odalarına transfer olmanız mı? Annenizin kokusuna hasret, 16 kişilik odalarda kalırken, pencereden düşen kızın son anını görmek zorunda kalmak mı yoksa en zor an?
Hayatınızda en çok istediğim şey dediğiniz yere ulaşmışken yetenekleriniz ile, maddiyatın önünüze engel olması mı? Kazanmanın hüznünü yaşamak zorunda kalışınız mı? Bütün engelleri aşıp aldığınız yolda, yeni bir ülkenin atmosferinde kazandıklarınızın kaybettiklerinize eşit olmadığını anlamanız mı?
Yoksa en zor an, annenizin doğum gününde dedenizi kaybetmek miydi? Amcanızdan genç yaşta ayrılmak zorunda kalışınız mı? Sevdiklerinizin sonsuza gidişleri en zor anlar mıydı?
Bir karar alıp yola çıktığınızda yalnız olduğunuzu bilmek zor bir an olarak kabul edilmeli miydi? Desteksiz yeni bir yaşam kurmak mı en zor anınızdı yoksa?
Emeklerinizin yok sayılması, haklarınıza karşı göz yumulması mı en zor anı yaşattı size? Yoksa en zor an sevdiğinizi uğurlayamamanız mıydı askere?
En zor an; öldüğünüz an mı olacak yoksa? En zor anları geride bırakıyor olduğunuz için…
Aslında en zor an; vazgeçmeye başladığımız zaman…
İş hayatında en çok konuşulan duygu “hırs”tır.
Kadın ya da erkek iş hayatının olmazsa olmaz duygusudur hırs. Haksızlık edilerek olumsuz anlam yüklenmiştir bu duyguya. Halbuki hırs iyidir, yararlıdır ve gereklidir.
Kadın hırslı oldu mu, engellenir, kaçınılır ondan. Hırsını bastırması öğretilir, hırs yakıştırılmaz ona. Erkekten ise hırslı olması beklenir. Neredeyse gücünün simgesidir hırs.
Türk Dil Kurumu bu kelimenin anlamını şöyle açıklamış : Sonu gelmeyen istek, aşırı tutku
Bence hırs ikiye ayrılır; işi doğru yapmaya ya da doğru işi yapmaya odaklanan hırs ve mutlak başarıya, paraya odaklanan hırs. Duygularımızı yaşamayı bilmediğimiz gibi hırsı da yanlış odaklandırırız. İşte bu yüzden adı çıkmıştır bu duygunun. “Hırslıyım” diyene az rastlanır. Hırslı olanın acımasız, ezici, haksızlık eden olduğunu düşünürüz. Bunu nedeni hırsımızı işi doğru yapmaya ya da doğru işi yapmaya yöneltmek yerine ne pahasına olursa olsun başarıya ya da paraya yöneltmemizdir.
İnsani değerleri yok eder, dengeleri alt üst eder, sonuca kilitlenerek her yolu mubah yapar, materyalizmi fetiş haline getirir, egomuzu başka hiçbir şekilde tatmin edemez oluruz.
Sonuca ulaşmak için şiddete bile başvurarak, yasaları, etik değerli yok sayarak, başkalarını kötüleyerek, onların başarılarını saklamaya çalışarak ya da üstlenerek, maddiyatı yücelterek, ne pahasına olursa olsun kazanmayı hedefleyerek sadece kendimize zarar veririz. Bu hırs bizi yer bitirir.
Oysa dünyanın kuralları değişti. Artık kısa yoldan köşe dönme, kazanmak için her yol mubah devri çoktan kapandı. Bunları hala yapanlar var. Bu yazı onlara hitap etmiyor. Onlar bu yazıyı zaten anlamayacaklardır.
Rekabette kazanan işin doğrusunu yapan olacaktır. Okumaya, öğrenmeye, kendini geliştirmeye, sonuç kadar sürece özen göstermeye, barışa, eşitliğe, iyiye, sevgiye sonu gelmeyen istek, aşırı tutkuyla bağlı olanlar kazanacaktır.
“Ben hırslı değilim” diyen ya yalan söylüyordur ya hırsının farkında değildir ya da hırstan korkuyordur. Hırsınızla barışın. Onu işinizi doğru yapmaya, doğru işi yapmaya yönlendirin. Değerleriniz, hayatta erdemli bir duruşunuz olsun. Daha iyisini yapmak için, daha güzele ulaşmak için, hak edilmiş başarıya ulaşmak için.
Bunu yapmak zor değil. Ama çevremizde böyle bir hırsın örnekleri çok azken ezici hırsın örneklerini her gün televizyon kanallarından izliyoruz. Yok edici hırsa sahip olanları toplum yok edecektir. Yapıcı hırs ise bireysel başarıları toplumsal başarılara dönüştürerek özlenen uygar Türkiye’ye ve barışın hüküm sürdüğü özlenen dünyaya ulaştıracaktır bizi.
Bir dostum sordu bana; ‘İnsan diyeceğin, başarı uğrunda asla feda etmeyeceği değerleri olan kaç kişi sayarsın?’.
Ben varım, ya siz?

bu şehirden giderim diyemem kendime yalancı olamam
alışmalıyım bu acıya
bunlarla yaşamalıyım
her gün bir şeyler eksilse de gençliğimden
katlanmalıyım
giderim diyemem bu şehirden
unutmak için seni irademi korumalıyım sen olmasan da yanımda
belki her gün karşılaşabiliriz yada uzaktan görürüz birbirimizi
ya selam veririz birbirimize yada yabancı gibi geçip gideriz yolumuzda
bu şehirden giderim diyemem yalancı olurum kendime

mevsimler geçecek yazlar sonbaharlar kışlar ilkbaharlar
ikimizde aynı şehirde ama ayrı yerlerde göreceğiz mevsimleri
belki büyük bir olay olacak bu şehirde
ikimizde üzülüp ikimizde ağlayacağız belki ikimizde sinirleneceğiz
bu şehirde belki de ayrı şekillerde düşüneceğiz
ama ikimizde bu şehirde olacağız aynı havayı soluyacağız
ayrı olsak bile

içim yansa bile gözlerimden yaşlar gelse bile bunları gizlemeliyim
kahkaha sesleri ile gülücüklerle süslemeliyim
susturmalıyım bu acıyı bununla yaşamalıyım
bu şehirden giderim diyemem kendime yalancı olamam

biz ve tarih

Sığ sularda yüzmüyoruz ,
Bizim sularımız derin !
Yanlış yolda gitmiyoruz ,
Bizim yollarımız emîn !

Biz bilmeyiz kavga niye ,
Hep çabamız barış için !
Yönelmişiz Hakk‟a işte ,
Hak yoldayız yarış için !

Gönül verdik gerçek din‟e ,
Muhammed(S.A.V) tek rehberimiz !
Şükür , erdik rahmetine ;
Hak şehâdet dileğimiz !

Vatan nimet-i Hak diye ,
Şu yurt ecdâd‟tan hediye !
Türk Milleti tarihinde ,
Hükmetti adâletiyle !

İşimiz zor ruhta sefer ,
Gâyemiz sonuçta zafer !
Sezgimiz şuur emreder ,
Bilgimiz Kur‟an-ca kader !

Mahşer yolumuz (“…yevm-id‟Dîn”)
Oku-tam Fatiha “âmin !”
(“Vâ‟tesimû …”) sırrıyla cemaat zaten imam ;
Kök-Millet‟in bağrında “kavmiyet” dînen haram !

Tarih öncüsü Hak ordusu iken bu Millet ;
Grek harsı Frenk modası dehşetli zillet !


Zaman mı var , aramazsın selâmetin yolunu ;
Kafan mı dar , anlamazsın felâketin sonunu !

Tarih neden susuyor , konuşmuyor gerçekler ;
Üç yüzyıllık “çan sesi” başımızdaki dertler !
Tanzîmat ve Islâhat ardından daha neler ;
İçten dıştan Devlet‟i yok-etti ihânetler !
Biz , Hak Din‟e bağlıyız ;
Ehl-i küfre karşıyız !
Saygılarımla…..