Ashab-ı Kehf gözleri açık olarak uyuyordu. Yabancı biri onları gördüğü zaman heybetinden korkar kaçardı. Onlara Allah tarafından öyle bir heybet verildi ki, görüntülerinin dehşetinden kimse yaklaşamazdı.Onlar yudukları halde uyanık şekilde duruyorlardı.334 Oldukları yerde sağa ve sola çevriliyor, köpekleri de mağaranın irişinde kollarını uzatmış yatıyordu.335 Mağarada olan azamet ve vücutlarındaki cesametten insanlar korkar ve arkalarını dönerek kaçarlardı. Gözlerinin açık olması, saç ve tırnaklarının uzaması ve vücutlarında ürkütücü bir heybetin bulunması, insanların korkmasına ve buradanuzaklaşmasına neden oluyordu.Ashab-ı Kehf sağa öndüğünde köpekleri de sağ kulağı üzerine yatar, onlar sola döndürüldüğünde bu sefer sol kulağı üzerine yatardı.
Cebrail (as) tarafından Ashab-ı Kehf, sağa sola bedenleriyle döndürüldükleri halde köpekleri ise sadece başı ile döndürülüyordu. Yani bedeni dönmeden iki kolu üzerine başı döndürülerek yatırılıyordu.İbni Abbas’a göre bunlar etleri çürümesin ve toprak etlerini yemesin diye senede bir defa bir yandan diğer bir yana döndürülürdü. Onlar öyle bir mağarada uyuyorlardı ki güneş doğduğu zaman ışıklar mağaranın sağ tarafına, battığı zaman ışıklar mağaranın sol tarafına düşer ve güneş makaslayarak geçerdi. Böylece mağaranın içerdeki rutubeti temizleyerek havanın nemsiz kalmasına neden olurdu. Güneş ışınları direk onların üzerine düşmediği ve onlara zarar vermediği gibi mağaranın içi de sıcak değildi.
Güneş ışınları mağaranın üzerinden makaslama geçtiğinden içeride rutubetsiz, serin ve temiz havanın kalmasına neden oluyordu. Mağaranın girişinden içeri giren hava sirkülasyon yaparak burayı yaşanır hele getiriyordu. Yaşamaya uygun olan mağaranın ortasında bulunan genişçe yerde Ashab-ı Kehf, uzun yıllar rahat bir şekilde uyudu. 340 Ashab-ı Kehfin yattığı mağara yüzü kuzeye bakar ve hafifçe batıya meyli vardı. Yani hafif kuzey batıya doğruydu. Mağaranın kapısı kuzeyde bulunan Benatunnas yıldızlarına bakıyordu. Güneşin ışınları yatanların üzerine gelmezdi. İşte bu özelliği olan mağarada Ashab-ı Kehf 309 yıl uyudu.
Uyku Döneminde Meydana Gelen Olaylar
Ashab-ı Kehf olayı, İsa ( as )’ın göğe çekildiği miladi 33 yılından 35 sene sonra yani miladi 68 yılında meydana eldi. Diğer bir ifade ile Ashab-ı Kehf hadisesi İsa (as) ile Hz. Muhammed (as) arasındaki geçen fetret döneminde meydana geldi. Yani bu olay, İsa (as)’ın göğe çekilmesinden sonra ve Hz. Muhammet (as)’ın doğduğu 571 tarihinden önce oldu. Bu olaydan halkçok etkilendiği halde Kral Dakyanus Hıristiyanlığı kabul etmeden öldü. Roma imparatoru Sevanus miladi 313 yılında Hıristiyanlığı kabul etti ve bu dini koruyucu önlemler aldı. Bunun yerine geçen Kral Kostantin miladi 325 tarihinde İznik’te bir konsül toplantısı yaptırdı ve bu toplantıda dört çeşit İncil yazdırdı. Hıristiyanlığı resmi din ilan ettirdi. Bu toplantıdan 50 yıl sonra Efsus şehrine Teodus adında bir melik vali olarak atandı ve burada 68 yıl hükümdarlık etti. Bu melik Dakyanus’un aksine Hıristiyanlığı kabul etmiş inançlı biri idi. Teodus zamanında halk üç gruba ayrılmıştı. Birinci grup öldükten sonra dirilmeye inanmıyordu.
İkinci grup öldükten sonra dirileceğine inanıyor, ancak bedenlerin çürüyeceğini, ruhların dirileceğini kabul ediyordu. Üçüncü grup ise öldükten sonra ahiret gününde ruhların bedenle birlikte dirileceğine inanıyordu. Teodus, Efsus şehrinde bu üç grup arasında çıkan tartışmalardan çok rahatsız olmaktaydı. Melik ahrette insanların bedenen ve ruhen dirileceğine inananlardandı. Ölümden sonra dirileceğine inanıyor cennet ve cehennemi kabul ediyordu. Bu sebeple melik Allah’a dua ederek bunların yanlış yolda olduklarını gösteren bir mucize göstermesini istiyordu. Onun bu duasına icabet eden Allah, Ashab-ı Kehfi uyandırarak hayata kavuşturdu.Teodus, Ashab-ı Kehf’in uyanmasından çok memnun oldu. Çünkü gençlerin sağlam bir şekilde uyanması bazı kimselerin şüphe ettikleri bir akidenin, yani bedenin ruhlar ile birlikte dirileceğinin delili oldu. Ashab-ı Kehf’in uyanma saati geldiğinden İlyas adındaki çobana rüyasında mağaranın önündeki duvarı yıkması bildirildi. Bunun üzerine İlyas yanındaki iki kişi ile birlikte duvarı yıktı. Ancak bunlar içerde yatan gençleri göremediler. Çünkü çobanın gözlerine perde vurulmuştu.
Uyanması
Ashab-ı Kehf 309 yıl uyuduktan sonra miladi 377 yılında uyandı. Ölülerin dirildiği gibi dirildiler. Çünkü onların başından geçenler, ölümden sonra dirilişe bir misaldi. Kuşluk vakti uyumuşlardı. Mağaraya girişlerinden o ana kadar güneş ancak üç karış yükselmişti. Kalktıkları vakitte ikindi vakti idi. Uyandıkları vakit onların en yaşlısı veya nafakalarına bakan Yemliha, arkadaşlarına ne kadar uyuduklarını sordu. Bu soruyu sormasının sebebi onların görüntülerinin normal bir duruma uymamasından kaynaklanıyordu. Çünkü gençlerin tırnakları, saç ve sakalları uzamıştı. Arkadaşları bir gün veya bir günün yarısı kadar uyuduklarını söylediler. Uyandıklarında üzerlerinde bir hafiflik, sevinç ve neşe vardı. Mağaranın ışık alan aydınlık yerine oturdular. Gençlerin içleri ferah doluydu. Yüzlerinden nur fışkırıyor ve mutlulukları yüzlerinden okunuyor ve hareketlerinden belli oluyordu. Sanki normal gece uykusuna yatmışlar ve sabahleyin sıhhatli bir şekilde uyanmışlardı. Vakitsiz uyandıkları için ne zaman uyuduklarını kestiremiyorlardı. Namaz vaktini geçirmiş olmalarından endişe ediyorlardı. Bu arada Dakyanus’un kendilerini aradığını sanıyorlardı. Buna rağmen içlerinde bir sevinç ve huzur vardı.
Karınları acıkmıştı. Namazlarını da kılmamışlardı. Yerlerinden kalktılar mağaranın içindeki kuyudan su alarak abdest aldılar ve cemaat olarak namazlarını kıldılar. Onlar kuşluk zamanı uyumuşlar, günün geç saatlerinde uyanmışlardı, henüz uyku sersemliği içinde güneşin batmadığını görünce bir gün veya bir günün parçası kadar kaldıklarını zannettiler. Allah tarafından, gençlerin yemeden içmeden, çürümeden ve yaşlanmadan 309 yıl uyutulmaları ve zamanı gelince uyandırılmaları öldükten sonra dirilmeye açık bir örnekti. Ashab-ı Kehf aç olarak uyanmıştı. Bu sebeple “... şimdi siz, birinizi, bu gümüş paramızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temizse ondan bir rızık getirsin, hem çok kurnaz davransın da asla sizi hiç kimseye sezdirmesin dediler.” Bunun üzerine Yemliha’yı yiyecek almak için gönderdiler.
Yemliha dışarı çıkarken mağara girişine bir kapının yapılmış ve sonra yıkılmış olduğunu görünce durumdan endişelendi. Efsus şehrine giderken, yolda bulunan ve daha önce mağaraya gelirken altında yemek yedikleri ağacı ve ağacın yanında bulunan su içtikleri pınarı göremedi. Çünkü pınarın suyu çekilmiş ve meyvelerinden yedikleri ağaçlar da kurumuştu. Gördüğü manzara karşısında şaşıran Yemliha, dönüp bunları arkadaşlarına bildirdi. Tekrar şehre doğru gitti ve yolda bir çobanla karşılaştı. Ona Dakaynus’un Ninova’ya yaptığı seyahatten dönüp dönmediğini sordu. Çoban bu isimde kimseyi tanımadığını, böyle bir ismi hiç duymadığını söyledi. Yoluna devam eden Yemliha iki adamla karşılaştı. Onlara da aynı soruyu sordu. Onlar da Dakyanus’u tanımadıklarını ifade ettiler. Şehre geldiğinde şehre giriş kapısının üzerinde “Tanrıdan başka ilah yoktur, İsa Onun elçisidir” yazısını okuyunca hayrete düştü. Yemliha, şehri ve halkı tanımadığı gibi tanıdık biriyle de karşılaşmadı. Bu nedenle kendisinin rüyada olduğunu sandı. Halkı elinde İncil okurken gördü. Hayretinden karşılaştığı insanlara şehrin adını sordu. Gördüğü manzarayı izah edemediğinden biraz yiyecek alıp süratle arkadaşlarının yanına dönmeye karar verdi.
Yemliha özellikle kendisi ve arkadaşları için temiz yiyecek almaya dikkat etti. Çünkü Dakyanus’a tabi olanlar hayvanları ve domuzları putlar için kurban ederler sonra da bunu halka satarlardı. Ayrıca şehir halkının mallarının çoğu gasp suretiyle elde edilmişti. Hangisinin malı gasp veya haram değilse ondan almak istiyordu. Yemliha çok nazik hareket etti ve elbisesini değiştirerek kendisini gizledi. Eğer kralAshab-ı Kehf’in yerini öğrenirse onları taş yağmuruna tutar veya dinlerine girmeyecekleri için taşla öldürtürdü. Yahut zorla onları dinlerine sokabilirdi. Yemliha ekmek almak için elindeki gümüş parayı fırıncıya verdi. Fırıncı, paranın üzerinde üç yüz yıl önce halka zulüm etmekle meşhur Dakyanus’un resmini gördü. Bunun üzerine parayı nereden bulduğunu sordu. Böyle bir parayı hiç görmediğini söyledi. Yemliha’nın hazine bulduğunu zannederek ondan kuşkulandı. Yemliha paranın Dakyanus’a ait olduğunu, dün şehirden ayrılırken ekmekçi, terzi ve doğramacının bu para ile alışveriş ettiklerini söyledi. Şehirden çıkarken Kralın Dakyanus olduğunu, hazine bulmadığını ve ekmekçinin kasasının bu para ile dolu olduğunu ifade etti. Kendisinden şüphelenenler karşısında Yemliha, ekmeğe ihtiyacı olmadığını bildirerek parasını istedi. Çünkü onların kendisini Krala şikayet edebileceğinden endişe ediyordu. Sonra halk onun başına toplandı ve kendisini tanımadıklarını söyledi. Daha sonra halk onu şehirde dolaştırarak topluma teşhir ettikten sonra Dakyanus’a götüreceğini ifade etti. Amaçları hazine bulduğunuYemliha’ya itiraf ettirmekti. Bu esnada Yemliha kendisinin Dakyanus’a götürüleceğini zan ederek korkusundan ağlamaya başladı. Onlara kendisini Kral Dakyanus’a götürmemeleri için ricada bulundu. Bu defa halk Dakyanus’u tanımadığını ve kim olduğunu söyledi. Halk ısrarla hazineyi nereden bulduğunu soruyordu.
Yemliha ne demek istediklerin anlayamamıştı. Çünkü aradan kaç yıl geçtiğini bilmiyordu. Halini bilmediği gibi neler söylediğini de bilmiyordu. Ancak bu şehirde doğduğunu, hazine bulmadığını, ailesini ve babasının adını söyledi. Fakat babasını tanıyan da olmadı. Orda bulunan biri sen yalancı bir adamsın diyerek çıkıştı. Bunun üzerine Yemliha, ne diyeceğini bilemedi ve yüzünü yukarı kaldırarak gözünü semaya dikti. Orada bulunanların bir kısmı bu adam delidir, bir kısmı da sizden kurtulmak için böyle davranıyor dediler. Daha sonra halk geçmişte Dakyanus adında bir kralın olduğunu, fakat yüz yıllar geçtiğini söyledi. Bunun üzerine Yemliha, Hıristiyan olan Kral Teodus’e götürüldü.Yemliha huzuruna çıkardıkları kralın Teodus olduğunu görünce sakinleşti.Teodus’ün soruları karşında kendisine ne olduğunu bilmediğini, kendisini şehir halkından biri olarak bildiğini, ancak dünden beri ne kendisinin bildiği ne de kendisini tanıyan birine rastlamadığını, dün bu şehirde Dakyanus’un hükmettiğini, bugün ise Teodus’ün yani kendisinin kral olduğunu söyledi. Bunun üzerine Teodus, Dakyananus,’un ölümü üzerinden yıllar geçtiğini, bu arada bir çok hükümdar gelip geçtiğini, kendisinin çok genç bir yiğit olduğunu, kendisin yaşına uygun düşecek bir söz söylemesini beklediğini ifade eti.
Kral ona, dün şehirden ayrıldım diyorsunuz fakat hiç kimseyi tanımıyorsunuz deyince; ailesini, eşini, çocuklarını ve komşularını tanıyabileceğini söyledi. Bunun üzerine Kral Teodüs, Yemliha’dan ailesini bulmasını istedi. Kral ve çevresindekiler Yemliha ile birlikte sokakları dolaşmaya başladılar. Yemliha tanıdık hiç kimseyi göremedi ve evine giden yolu da bilemedi. Şaşkınlık içinde kalan Yemliha, Allah’a yalvardı. Bu duası üzerine Allah, Yemliha’ya evinin yerini bildirdi. Böylece Yemliha evinin yerini buldu. Komşularına Yemliha hakkında sorular soruldu. Komşularından onu tanıyıp tanımadıkları konusunda cevap vermesi istendi. Kral, Yemliha’nın gösterdiği evin sahibinin yaşlı bir adam olduğunu öğrendi. Karal yaşlı adama bu genç evin sahibi olduğunu iddia ediyor ne dersiniz dedi. Yaşlı adam bu evin kendisine ebeveyninden kaldığını, ona da dedesinden kaldığını söyleyerek bu gencin evin kendisine ait olduğunu iddia etmesinin yanlış olduğunu ifade etti.
Yaşlı adamın bu sözleri karşısında Kral, Yemliha’nın ne cevap vereceğini bekledi. Bunun üzerine Yemliha evin kendisine ait olduğunu ispat edecek delili olduğunu söyledi. Sözüne devamla evin duvarında iki taş olduğunu, bunlardan birinin altında altın, diğerinde Dakyanus’un resminin bulunduğu paranın varlığından söz etti. Kral hemen talimat vererek duvarın kazılmasını emretti. Duvarın kazılması esnasında Yemliha’nın bildirdikleri aynen ortaya çıktı. Yaşlı adam elini kutuya uzattı ve buradan ipek bir mendile sarılmış bir kitap çıkardı. Bu kitap, yerin ve göğün sahibi, alemlerin yaratıcısı yüce Allah’ın bilgili ve adil olduğunu ifade ediyordu. Yaşlı adam bu manzara karşısında ağlamaya başladı. Yemliha’yı kucakladı ve bu gencin kendisinin dedesinin dedesi olduğunu söyledi.
Zira bu kitapta onların başından geçenler yazılıydı. Kitaba göre bu genç 309 yıl önce şehirden kaçtı, eşi yaşlı adamın dedesine hamile kaldı, o devirde şehrin kralı Amelika kavminden olan ve tanrı olduğunu iddia eden Dakyanus idi. Bu yiğit gençler Kralın zulmünden kaçıp dağa gitmişlerdi. Bu manzara karşısında orada bulunan halk sevinçle ağlayarak Yemliha’yı kucakladı. Yemliha, başından geçenleri ayrıntılı bir şekilde Teodus’a anlattı. Konuşmasında daha dün Kral Dakynus’un kendilerini putlara tapmaya ve kurbanlar kesmeye zorladığını, dün akşam buradan kaçarak mağaraya sığındıklarını, orada uyuduklarını, bugün uyandığını, arkadaşların yiyecek almak için şehre geldiğini, halkın içinden biri olduğunu fakat bu halkı tanımadığını açıkladı. Teodus, Yemliha’nın anlattıklarını halk ve kendisi duyunca, ey kavmim bu yiğidin anlattıkları Allah’ın alametlerinden biridir dedi. Onu dinleyenler hayretler içinde kaldılar.
Kral Teodus, Yemliha’dan kendilerini mağaraya götürmelerini istedi. Hep birlikte mağaraya doğru gittiler. Şehirde kimse kalmamıştı. Yemliha’nın başından geçenlerden haberi olmayan mağaradaki arkadaşları, onun gecikmesinden endişeye düştüler. Yakalanarak katil Karal Dakyanus’un yanına götürüldüğünü zannettiler. Bu endişe içinde bulunan Ashab-ı Kehf dışarıdan konuşma, yokuşa tırmanma ve hayvan sesleri duydu. Bu seslerden öyle korktular ki Dakyanus’un adamlarının kendilerini yakalamak için geldiğini sandılar. Namaza kalktılar, birbirlerine selam verdiler. Kendilerini yakalamayan gelen Kral’ın adamlarını beklediklerini söylediler.
Bu arada mağaranın kapısı önüne gelip durmuştu.Yemliha kalabalığın içinden öne geçti ve ağlayarak içeri girdi. Onun ağladığını görünce içerdekiler de ağlaştılar. Efsus’ta neler olduğu haberi sorulunca Yemliha da başından geçenleri ayrıntılı bir şekilde anlattı. Mağarada 309 yıl kalmış olduklarını, Allah’ın Dakyanus’u ve ondan sonra nice kralları ve milletleri yok ettiğini, eğer dışarı çıkarlarsa, herkesin kendilerine sevgi göstereceklerini söyledi. Bu arada Kral Teodus, maiyetiyle birlikte haşir (Kıyamet günü, ölüleri diriltip mahşere çıkarma.) konusunda ihtilafa düşen kimselerin yanında olduğu halde büyük bir kalabalıkla mağara önünde bulunuyordu. Teodus, halka hitabederek bunun Allah’ın mucizesi olduğunu, gençlerin mağarada uzun müddet yattıklarını, bunun insanlara bir alamet ve delil olduğunu, kıyamet koptuktan sonra yeniden dirilmenin böyle olacağını, ahirette insanların Ashab-ı Kehf gibi dirileceğini söyledi. Teodus, mağara içerisine girip gençleri görünce ağladı. Gençlerin boyunlarına tek tek sarılarak yüzlerini öptü. Gençler Teodus’a, Dakyanus devrinde kendilerine yapılan zulmü anlattılar. Teodus ve maiyetindekiler, geniş halk kitlesi gençlerle tanışıp konuştu. Bu arada Teodus, mağaranın çıkışına yapılan duvarın içine koyulmuş ve kurşundan yapılmış yazılı iki levha gördü. Bu levhalarda şunlar yazılıydı: “Mekselina, Mislina, Yemliha, Mernuş, Tebernuş, Şazenuş, Kefeştetayyuş ve Kıtmir. Bunlar genç yiğitlerdi. Melik Dakyanus’un dinlerini fitnelemesinden korktukları için kaçtılar, mağaraya girdiler. Yerleri haber verilince Melik Dakyanus, üzerlerine mağaranın kapısının kapanmasını emretti. Bunun üzerine mağaranın kapısı taşlarla muhkemce örülerek onların üzerleri kapatıldı. Biz bunların olaylarını ve haberlerini yazdık ki, onlardan sonra gelen kimseler muttali olup bunu bilsinler diye.” Görülen bu manzara karşısında halk hayrete düştü.
Sonra Teodus ile yanında bulunan halk Allah’a dua etti. Halk bunların başlarından geçen olaya şaşkınlık içinde izledi ve dinledi. Onların söylediklerine inandı. Onlara misafirperverlik yapmak istedi. Her biri o gençleri ayrı ayrı evlerine davet etti. Aynı daveti Teodus da yaptı ve gençlere “ Gelin sizleri sarayıma götüreyim. Vezirlik rütbesi verip evlendireyim. Hayata kaldığınız yerden tekrar başlayın.” dedi. Bunun üzerine gençler Kralı Allah’a emanet ettiklerini, selâm ve rahmetin üzerine olmasını, Allah’ın kendisini ve mülkünü korumasını, insanların ve cinlerin şerrinden Allah’a sığınmasını söylediler. Devamla “Bizler eğer dünya zevklerine düşkün olsaydık, ailemizi, çevremizi, rütbe ve makamımızı, dünyevi varlıklarımızı bırakıp bu çıplak mağaraya girmezdik. Hem sizlerle bizim aramızda yaş ve zaman farkı var. Bizim zamanımızla sizin zamanınız arasında örf ve adet farkı var. Anlaşmamız çok zor. Uyum sağlayamayız.En iyisi bizi kendimize bırakın. Artık burası bizim evimiz, mescidimiz, vatanımız, mezarımız. Biz burada yaşayalım. Bizi rahat bırakın.” dediler.
Gençlerin bu isteklerine kimse itiraz etmedi. Halk sessizce ve derin bir düşünce ile dağıldı. Efsuslular onlar için her gün yiyecek götürme yarışına girdiler. Devamlı gelen ziyaretçiler onları yalnız bırakmadı. Bu arada aşırı derecede gelen ziyaretçiler onları istemeyerek de olsa rahatsız ediyorlardı. Sonra gençler Teodus’a “ Seni Allah’a emanet ediyoruz. Selâm sana olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Allah seni ve krallığını korusun. İnsanların ve cinlerin şerrinden seni Allah’a ısmarlıyoruz “ dediler. Gençler aralarında konuşarak birini vekil tayin ettiler. O da ellerini açarak Allah’a yalvardı. “ Ya Rabbi, hakkımızda hayırlısını nasip eyle. Yüce katından rahmetini ihsan buyur. Şu içinde bulunduğumuz darlıktan bizi muhafaza eyle” dedi.
Allah, Ashab-ı Kehf’i darlıktan kurtardı. Ruhları göğe çekildi. Sonra yattıkları yer olan mağarada tekrar uyudular.Kral elbiselerini onlara kefen yaptı. Her biri için altından tabut yaptırdı. Altın tabutlara konan gençler oraya defnedildi.Fakat Kral TeodusAshab-ı Kehf’i rüyasında gördü. Rüyasında gençler kendilerinin altın ve gümüşten yaratılmadığını, topraktan yaratıldıklarını ve toprağa dönmek istediklerini, mağarada nasıl bulundularsa öyle bırakılmalarını, Allah’ın kendilerini topraktan yarattığını ve tekrar topraktan dirilteceğini, bu sebeple altından yapılan tabutları mağaranın önüne attıklarını söylediler. Teodus, sabahleyin uyanır uyanmaz mağaraya koştu. Rüyada gördüğü gibi altın tabutlar kapının önünde boş olarak duruyordu. Korktu ve içeri girmeye cesaret edemedi. Onlar kaybolmuşlardı. Bunun üzerine kaybolduğu yerden gelirlerse burada ibadet etmeleri, dinlenmeleri, sıcak ve soğuktan korunmaları için Teodus mağaranın önüne bir kilise yaptırdı.AyrıcaAshab-ı Kehf gençlerinin uyandığı günü her yıl bayram günü olarak kutlanacağını ilan etti.
Bu gerçek hikayeden şu hakikatler açıkça anlaşılmaktadır. Bu gençler gibi gerçek bir mümin, hiçbir şekilde doğruluktan ayrılmamalı ve batıl önünde boyun eğmemeli. Allah’tan başkasına kul olmamalı. İnanan insan sadece maddi araçlara güvenmemeli. Her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’a güvenip dayanmalı. Allah’ın gücü tabiat olaylarıyla sınırlı değildir. O dilediğini yapacak güce sahiptir. Allah geçmiş ve gelecek bütün insanları diriltmeğe kadirdir. Mağarada uyuyanları diriltir gibi uyandırdı. Böylece ahirette de insanların dirilteceğini ispatlamaya örnek oldu. Bir görüşe göre Ashab-ı Kehf, Mehdi gelinceye kadar uyuyacak, Mehdi gelince ona yardımcı olacak. Mehdi, İsa (as) ile birlikte haç ibadetini yapacaklar. Ashab-ı Kehf gençleri İsa (as) ın havarileri olacak. İslam sancağı altına girip Mehdi ile birlikte Ye’cuc ve Me’cuc kavmiyle savaşıp zafer kazanacaklar.(Sahıh-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, c.9, s.200.)